Kardeniz Ekspres’ten Mazlum Çelik’e konuşan Eğitimci Yazar Zeynep Haşemi Bayraktaroğlu, kadınlar günü üzerine konuştu.
Zeynep Haşemi ile İslami hassasiyetler taşıyan kadınların kadınlar günü, anneler günü gibi tanımlanmış günlere nasıl baktıklarını konuştuk. Müslüman annelerin toplumdaki rolü hakkında önemli açıklamalarda bulunan Haşemi ‘erdem’ kavramının önemine vurgu yapıyor.
Zeynep Haşemi kimdir, bize kendinizi tanıtır mısınız?
İlim merkezi bir ortamda doğdum. İlim aşığı bir insan, ümmetin ve insanlığın sorunlarını kendine dert edinen, illa adalet diyen biriyim ve Ahseni Takvim sırrı gereğince insan merkezli bir kişiliğim.
Eğitimimin bir kısmını doğduğum ilçede tamamladım. Akabinde imam hatip lisesini bitirdim,
İletişim bölümünde okumaya başlarken 28 şubattan nasibimizi alıp üniversite eksenli eğitime ara verip ilmi (Medrese) çalışmalarına devam ettim. Yıllar sonra iade edilen haktan yararlanıp iletişim bölümünü bitirdim. Daha sonra İnönü ilahiyattan mezun oldum. Eğitimci yazar ve iki çocuk annesiyim.
Yazı hayatıma yıllar önce köşe yazılarıyla başladım uzun süre siyaset ve gündeme dair yazılar yazdıktan sonra siyasi yazılar yazmaya ara verdim ve edebiyata yöneldim.
Kadınlar günü, Anneler günü… Bu ve benzer özel günlerin kadını daha özel hissettirdiğine inanıyor musunuz?
Bu günlerin özel hissettirme durumu izafidir. Kültürden kültüre, inançtan inanca göre değişir ancak benim şahsi görüşüm şudur benim gibi ve benim gibi düşünen kadınların kendini özel hissettirdiğine inanmıyorum.
İslami hassasiyetleri olan bir kadın olarak bu ve benzeri günlere sizce nasıl yaklaşmalıdır?
Müslüman bir hanım elbette bu günlere, bu günlerin kutlamasına temkinli yaklaşmalı. Bir kere hanımlarımız şunu araştırmalı bu günlerin anlamı nedir? Çıkış noktası neresi ve nedendir. Bahsedilen bu günler kadını yüceltmek için yeterli mi? Bunu iyice tetkik etmeli. Görecekler ki allanıp bullanıp tamamen tüketim çılgınlığına dönüştürülen bu günlerin bir kıymeti yoktur. Neden diye sorarlarsa, zaten Allah-u Teala indirdiği İslam diniyle bu hakları vermiş ve bir gün değil her gün bayram gibi kutlanmalı demiştir. Daima kadınlara kıymet verilmesini emretmiştir Kur’anı Kerim ve Resulullah (s.a.v).
Kadınlar gününün çıkışı kutlanma hikayesi nedir bir bakalım “8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000’i aşkın kişi katıldı.” Elbette hikaye uzar gider. Dikkat edersek bir hak ihlali ve vahşet sonucu bu gün kutlanmaktadır. Çıkış yeri gayrimüslim bir ülke.
Peki biz şimdi dönüp İslama bakalım. Bir kere islam iaşeyi temini erkeğe yüklemekte zaten. Erkek kadına bakmakla yükümlüdür. Hatta buna mecburdur. Bu hakkı islam vermektedir. kadın ille de çalışmak istiyorsa kendi tercihiyle erkek onun kazancına karışamaz bu da yine islamın verdiği bir haktır. Bu konuda bir çok ayet ve hadis var. Şimdi geri dönüp kadınlar gününü kutlamayı gözden geçirelim. Batı kadını vahşetin içine sokup katledilmesine neden olduktan sonra hak diyor kutlama diyor hakkını koruyor güya, islam bu hakları zaten sunmuş ve çalışma mecburiyetinde bırakmamıştır kadını. Anneler günü yine ha keza… Bakın ayet bu konuda ne diyor: ” Anne ve babaya iyi davranasınız. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında iken yaşlılığa erecek olurlarsa; onlara karşı, of dahi deme. Onları azarlama. Ve her ikisine de efendice sözler söyle.” (İsra,23)
Gayri müslim kültür bir gün kutlarken, islam yaşadığı müddetçe ve hatta vefatından sonra bile iyiliği emretmiştir.
Bir de sevgililer günü var malum o da bambaşka bir garabet. Nereden tutsan elinde kalır misali. Çıkışı, kutlanışı, neden olduğu yozlaşmanın zararlarını anlatmaya ciltler yetmez.
Günümüzde toplumun rolü değişiyor; Sizce toplumun kadından beklentisi de değişmeli midir?
Örneğin annelik kurumu da çağa göre yeniden yorumlanmalı mıdır?
İllaki değişiyor, değişim her asırda, her dönemde değişim kaçınılmaz.
Toplumu oluşturan birey; mesleği, konumu, statüsü çizgisinde değişim sürdürür.
Haliyle birey değişim gösterince toplumun rolü de değişir. Elli yıl önce toplumun yarısı kırsal kesimde bulunurken bugün kentleşme arttı.
Yaşam farklılaştı, sanayi-makineleşme süreci, hizmet sektörü hızlandı. Eğitim seviyesi arttı.
Bununla beraber kadınların da iş hayatına atılmaları hız kazandı. Kadınlar iş hayatına atılınca annelik kurumu bir daha gözden geçirilmeye başlandı. Kadınlar işi tercih edip yıllarca anneliği erteledi ya da bir iki çocuk dışında çocuk istenmedi. Avrupa bizden erken bu durumları yaşadı hem kadının iş gücünden yararlanmayı hem de çocuk sayısının artırma yollarına gidildi. Çalışan kadınların iş yerlerine kreşler yapılmaya başlandı böylelikle çalışan anne çocuğuna yakın oldu, çalışma hayatına devam etti. Çocuk sayısını arttırma yolunu da annelere çocuk başına ücret ödeyerek nüfus artışı yolunu seçti.
Biz daha yeni yeni çare aramaya koyulduk. Yıllarca aile planlanmasıyla nüfus azaltılma yoluna gidildi (yanlış bir politikaydı) sonra fark edildi ki 50 yıl sonra genç nüfus tamamen azalacak bunun için annelik kurumu bir daha gözden geçirilmeye başlandı. Avrupa benzeri çözümler üretilmeye başlandı.
Annelik kurumu fiziki şartlar gereği belki de gözden geçirilmeli ama bana sorarsanız hiçbir meslek hiçbir statü annelik statüsü kadar kutsal değildir.
Her meslekten önce annelik mesleği gelir. Allahu tealanın kadına verdiği en büyük lütuftur. Bir anne olarak, bir yazar, toplum bilimci olarak anne ve anne adaylarına tavsiyem çocuklarınızı meslek ve kariyer uğruna heba etmeyin başka ellere teslim etmeyin. Hiç kimse anne gibi çocuğunuza bakmaz. En az 4 yaşına kadar işinize ara verip çocuğunuza kendiniz bakın. O güzel anları doyasıya yaşayın.İş hayatı devam eder ama o anlar bir daha geri gelmez. Annenin çocuğa uzak kalması çocuğun psikolojisi üzerinde olumsuz etki bırakır ve bu olumsuz etki hep devam eder.
Feminist hareketler kadını toplumda daha güçlü ve görünür kıldı; ama aile kurumu ciddi bir risk altında. Kocasını fabrikaya çocuğunu okula kaptırmış kadının kendi kimlik arayışları ciddi şekilde eleştiriliyor; ama bu durumda sistemin genelini eleştirmemiz gerekmez mi, İslam burada bir alternatif oluşturabilir mi kadınlara?
Toplumlar yozlaşıp özünden uzaklaşınca boşluklar ve bocalar dönemi başlar. Kadınlarımız islamın verdiği haklardan mahrum bırakılıp kapılar ardına itilince , ve bu kapılar ardında yoz kültür ile beslendi. Filmler, diziler, müzikler medya… Sonuç islamın kadına sunduğu haklardan habersiz boşluklar feminizm hareketleriyle doldurulmaya başlandı.İslam toplumu mensubu kadınlar, hiçbir dönemde asrı saadette olduğu gibi özgür ve hak sahibi olamamışlardır. Emeviler dönemiyle beraber kapı ardına kapatılmamalar başlanmış ta ki Osmanlıya kadar. Cumhuriyetle beraber bazı haklar verildi ama bu haklar da verilme şekli ve uygulanma yönüyle eksik. Toplumsal tabular geçerliliğini koruduğu ,İslamın ruhuna aykırılık sürdüğü müddetçe feminizm geçerliliğini hep koruyacak.
Sistem mi hatalı ,sistemin bir parçası olan israf hastalığı kapitalizm mi ,kıymetli okuyucunun takdirine sunuyorum”Çalışmak için mi yaşıyoruz, yoksa yaşamak için mi çalışıyoruz.Birey bu paradoksu aşamadıkça çözüm oluşmaz. Evet dayatılma var ama akıl da var, feraset de var değil mi? Bir insan bir ailenin israfa kaçmadan da hayatı idame edebilir.Gelelim kadının kimlik arayışına eğer Mümin bir kadın kur’anın ruhundan habersizse bir çok etken kimlik arayışına sokar onu. Mesele burada Allahın ona sunduğu kimliğe sahip olma bilincinde olmasıdır. peki bu nasıl olacak. okuyacak araştıracak, akledecek… İğneyi kendimize yani biz kadınlara, çuvaldızı erkeklere batıracağım biraz. Kadın bunalmasın da kim bunalsın aile kurumunu risk altına sokan biraz da erkeğin kendisidir. Daha lise çağında başlar “Çalışan eş istiyorum” demeye bunu duyan kız-kadın ne yapıyor tabi ki okulu bitirdikten sonra(her kız çocuğu muhakkak eğitim almalı ama bu demek değildir ille de çalışmak zorunda) kendine uygun eş bulmak için evde kalmamak için iş aramaya işe girmeye. E şimdi soruyorum, aile kurumunu sarsan etkenlerden biri siz beyler değil misiniz?
Yukarıda da belirttim kadın çalışmak zorunda değil. Kadın elbette eğitimini tamamlamalı, donatmalı kendini ama çalışmaya dolaylı da olsa zorlanmamalı. Bir de şu sorun var etrafımda ya da gözlemlerimden şahit oluyorum beyler çalıştırmıyor ama parasıyla hanımı dövüyor. yani parayı psikolojik baskı aracı olarak kullanıyor patronun kim olduğunu hissettirmekten geri durmuyor. Bu da çok yanlış. Bu durum da kadını çalışma hayatına iten şıklardan bir. Kadın çalışınca tabi çocuk bakımı zorlaşıyor vb.
Din adamlarımız veya siyaset adamlarımız kadını merkeze alarak zaman zaman yaptıkları açıklamalar kamuoyunu meşgul ediyor. Bir kadın olarak sürekli tanımlanıyor olmak sizi rahatsız ediyor mu? Bu açıklamalar için ne düşünüyorsunuz?
Ah ah! “Deveye sormuşlar boynun neden eğri nerem doğru ki demiş” Kadınlar yeri gelir ticari meta, yeri gelir günah keçisi, yeri gelir “Sen sus elinin hamuruyla erkek işine karışma” muhatabıdır.
Bana göre iki kesim de elini – dilini kadınlardan çekmeli. Allahın ve Allah resulünün kadınlara nasıl davranması gerektiğini gerçek anlamda öğrenip tatbik etmeli.
Son zamanlarda din adamlarının kadın üzerine görüşleri epeyce yoğun.
Hem medyada hem de sosyal medyada buna şahit oluyoruz.
Sanırım bazı söylemler eski bunlar alınıp kırpılıp paylaşılmaktadır.
Söylemler cımbızlanınca elbette ortaya hem islamı hem de kadını rencide edici bir tablo çıkmaktadır. Yıllarımı dini ilimlere vermiş medrese okumuş yanına ilahiyat okumuş biri olarak( sanırım alime diyebilirim )
inanın bu kadar kadını hedefe koymanın gereğini anlayamıyorum.
Evet haya kadının süsüdür. Ama aynı anda erkeğin de süsüdür. Kadın tesettüre riayet etmeli ama erkeğin de tesettürü göz kapağıdır. Allah seslenirken Ey insanlar diyor. Ama ne hikmetse bazı din adamları varlığını kadın konuları üzerine bina etmişlerdir. Ha ille de kadın üzerine konuşmak istiyorlarsa Efendimiz s.a.v ‘in hanımlarına nasıl davranmışsa erkeklere bu konuları anlatsınlar.siz de biliyorsunuz değerli okuyucuların çoğu da vakıfdır bu hadiseye; Rivayete göre Osmanlı orduları İstanbul’u kuşatıp, şehre girmek için, surlarda gedikler açarken, Bizans sarayında, koca koca adamlar; melekler dişi mi, yoksa erkek mi’ tartışması yaşıyorlardı. Teşbihte hata olmaz bizim din adamların yaptığı da biraz bu duruma benziyor.