Yılmaz Özdil, “Soykırım korosu, cehalet ikliminden cesaret alıyor” başlıklı yazısında, “Hazır Türk medyası bu kadar satılık ve kiralık tiplerden oluşuyorken, muhalif denilen medya bile binbir suratlı mutantlar tarafından ele geçirilmişken… Biraz daha bastırırsak, Türkiye’deki genç nesilleri bile soykırım palavrasına inandırırız diye düşünüyor” dedi.
YILMAZ ÖZDİL’İN YAZISI ŞÖYLE:
1933 yılıydı.
Cumhuriyetimiz onuncu yılına gelmişti, pırıl pırıl parlıyordu.
Şak…
ABD’de bir roman piyasaya çıktı.
Musa Dağı’nda Kırk Gün…
Avusturyalı yazar Franz Werfel‘in romanıydı.
Aniden, en çok satan kitaplar listesinde bir numara oldu.
Tehcir sırasında Hatay’daki Musa Dağı’na sığınan dört bin kadar Ermeni’nin kırk gün boyunca Osmanlı güçlerine direnişini anlatıyordu, Osmanlı’yı yerden yere vuruyor, Türkleri canilikle suçluyor, insanlık dışı davranmakla suçluyor, çocuk kıyımı yaptığımızı iddia ediyordu.
Peki gerçek bu muydu?
Elbette değildi.
Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere ve Fransa, İskenderun kıyılarına çıkarma yapacaktı. Bu askeri harekatı kolaylaştırmak için silahlı Ermeni teşkilatlarıyla işbirliği yapmışlardı.
Bölgedeki yedi Ermeni köyü isyan çıkarmış, vergilerini vermemişler, zorunlu askerlik görevlerini yerine getirmemişler, Musa Dağı’nda toplanarak, Osmanlı ordusuna karşı silahlı direniş başlatmışlar, direniş başarısız olunca da, topluca Fransız savaş gemilerine binerek, Mısır’a Süveyş Kanalı’ndaki mülteci kampına taşınmışlardı.
Fransız resmi belgelerine göre, Port Said’teki mülteci kampına getirilen Ermenilerden 500’den fazlası, yine Fransız savaş gemileriyle Kıbrıs’a götürülmüş, Monarga lejyoner kampında eğitilmiş, Fransız üniformasıyla Adana-Maraş-Antep işgaline katılmışlardı.