Karar Yazarı Taha Akyol,bugünkü köşesinde Liyakat meselesini ele aldı.
Asırlardan beri yaşadığımız bir sorundur. Çok defa da sadakat, liyakati katletmektedir. Hele devlet katlarında, yükselmek için “layık olmak” geçer akçe değildir, “bizden” olmak lazımdır.
Yazılı sınavda yüksek puan almak değil, “mülakat”ta göze girmek daha geçerli değil midir?
Gazeteci Ahmet Emin (Yalman), yüz yıl önceki bir yazısında, o zamana kadar büyük coşkularla kutlanmış inkılapların niye başarılı olmadığını anlatırken şöyle diyordu:
“Bizim terakkiye doğru çok yol aldığımızı kimse iddia edemez… Tam manasıyla bir devlet makinesi tesis edememişizdir. Mevcut resmi teşkilatın prensibi, başta bulunanların şahsına sadakat göstermek ve sadakate mukabil lütuf beklemekten ibarettir. Bu prensip asrî [modern] bir devlet prensibi değil, Kurunu Vusta’nın [Orta Çağın] feodalizm prensibidir.” (Ahmet Emin, “İnkılapların mahsulü”, Vatan, 2 Kasım 1923)
Tabii ki hayli mesafe aldık ama hâlâ böyle bir sorunumuz var, değil mi? Hele CB sistemindeki neredeyse sınırsız azil ve atama yetkileri yüzünden.
Niye yüz elli yıldır bir Japonya, elli yıldır bir Güney Kore olamıyoruz, bir de bu açıdan düşünelim.
KÖRÜ KÖRÜNE SADAKAT
Eski ABD başkanı Trump’ın hukukla başı belada ama yine de seçimlere hazırlanıyor. Trump’ın Başkan Yardımcısı Mike Pence idi, su katılmamış bir Evanjeliktir. Ben ikisini de sevmem.
Seçimlere hazırlanan Trump, 6 Ocak günü eski yardımcısı Mike Pence’e sormuş: Beni mi tercih edersin, anayasayı mı?
Pence, eski patronuna cevabını iki gün önce twitter hesabından açıkladı:
“Ülkemiz tek adamdan daha önemlidir. Anayasamız tek adamın kariyerinden daha önemlidir. 6 Ocak günü eski Başkan Trump, Anayasa ile kendisini arasında tercih yapmamı istedi. Anayasayı tercih ettim ve daima anayasayı tercih edeceğim.”
Pence şöyle devam ediyordu:
“Kendisini Anayasa’nın üstünde gören hiç kimse asla Başkan olmamalı.”
Bunların ikisi de aynı “dava”nın adamlarıdır. Beyaz Saray Sözcüsü Sanders’in sözlerini hatırlıyor musunuz? “Tanrı, Trump’ın başkan olmasını istedi” demişti. (31 Ocak 2019)
Üstelik Pence’i Başkan Yardımcısı yapan, Trump’tı… Ama Pence körü körüne sadakati kabul etmiyor, “önce anayasa” diyor.
Trump, Başkanlığı zamanında FBI’ın başına atamayı düşündüğü James Comey’e de “senden sadakat beklerim” demiş, Comey de şu cevabı vermişti:
“Size sadece dürüstlük vaad edebilirim!” (WP, 7 Haziran 2017)
BİLİM, HUKUK, LİYAKAT
Amerika’nın eleştirilecek birçok yönü var. Ama hâlâ dünyanın bir numaralı süper gücü olmasında üç prensibin etkili olduğunu düşünüyorum: Kuvvetler ayrılığı ve özgürlükler, bilim ve üniversiteler, liyakat prensibi…
Kishor Mahbubani, Uzak Doğu mucizesini anlatan kitabında, o başarının “7 Sütun”a dayandığını anlatır; bunlar yine bilim, hukuk devleti, liyakat (meritokrasi) gibi ilkelerdir.
Bizde ise siyasi hareketlerin ideolojik hedefleri vardır, ideoloji telkin ederler.
Bilim, hukuk ve liyakat şuuru olmadan büyük, coşku veren siyasi hedefler mümkün ama gelişmiş ülke olmak mümkün değil. Hatta bilimi, hukuku ve liyakati unutturan ideolojik coşkular zararlıdır.
OSMANLI’YI KİM YIKTI?
Tarihimize hamasetle veya husumetle bakmak da bize hukukun, bilimin ve liyakatin önemini gözden çıkarmamıza yol açıyor…
Osmanlı’yı siyonistler yıktı falan… Osmanlı’yı yıkan asıl faktör bilimde ve hukukta modern gelişmeleri çok geç fark etmesiydi. Devleti içeriden çürüten kurt da “hainler” değildi, “liyakat” yerine rüşvet ve iltimasın, kayırmacılığın, nepotizmin hakim olmasıydı.
Koçi Bey, Sultan IV. Murat’a verdiği ıslahat layihasında, liyakat ilkesinin terk edilip rüşvetle kayırmayla, nepotizmle yapılan atamaları anlatır. Hepsi padişaha sadık, hatta minnettardı tabii. Fakat hem idare hem medrese yozlaşmıştı. Koçi Bey, neticeyi şöyle tasvir eder:
“Reâyânın ayakta durması adalet iledir. Şimdi âlem harab, reaya perişan, hazine noksan üzere…” (Zuhuri Danışman yayını, s. 50)
Kendimize soralım? Sadakat, itaat ne demek? Bilim, hukuk ve liyakat kavramlarının zihin dünyamızdaki yeri nedir? Sadakatle, itaatle bağlandığımız sağ ve sol “dava”lar, ideolojiler ne ölçüde bilim, hukuk ve liyakate değer veriyor? Ne ölçüde bu değerleri bize anlatıyor? Neticeten, niçin her devirde “orta gelir” tuzağında debelenip duruyoruz, belli değil mi?