Sedat Ergin Yazdı: Ankara’daki statta yaşanan şiddet bütün Türkiye’ye ayna tutuyor

0
2

Hürriyet Yazarı Sedat Ergin, bugünkü köşesinde Halil Umut Meler’e yapılan saldırıyı köşesine taşıdı.

ÖNCEKİ akşam başkentteki Eryaman Stadı’nda Ankaragücü Başkanı Faruk Koca’nın, takımının Çaykur Rizepor ile oynadığı maçın 1-1 bitmesinden sonra sahaya girerek maçın hakemi Halil Umut Meler’i herkesin gözü önünde dövmesi karşısında bütün Türkiye dehşete düşmüş durumda.

Yaşanan hadise ilk bakışta Türkiye’de spor alanında bugüne dek karşılaşılan en vahim şiddet olaylarından biridir. Ancak dün spor yazarımız Uğur Meleke’nin yazısındaki döküme baktığımızda, yeşil sahalarda uzun bir zamandır süregelmekte, tekrarlanmakta olan şiddet dalgasının olsa olsa en son halkasıdır.

Meleke, statlarda futbolcuların, teknik adamların, hakemlerin maruz kaldıkları birçok şiddet olayından örnekler veriyor. Bıçakla yaralama, taşlı saldırı, dayak, linç girişimi gibi muhtelif şekillerde kendini gösteren şiddet hareketleriyle karşılaşıyoruz.

Bu döküme baktığımızda, Ankara’daki hadiseyi bu kadar sarsıcı yapan, galiba olayın ilk kez bizzat bir kulüp başkanının sahaya girip doğrudan maçın hakemini yumruklayıp tekmelemesi şeklinde ortaya çıkmış olmasıdır.

Aslında bu son saldırıyı yalnızca spor dünyasıyla ilgili bir mesele gibi almak, değerlendirmek de isabetli görünmüyor. Çünkü buradaki olay, çok uzun zamandır tanıklık ettiğimiz üzere, içinde yaşadığımız toplumu, ülkemizi artan ölçüde kuşatmakta olan bir büyük şiddet sarmalının yalnızca spor alanındaki bir tezahürüdür.

Ülkede her alana yayılmakta olan, her kesime, her dokuya sirayet edip onu tehdit eden, başkalaştıran bulaşıcı bir şiddet virüsünden söz ediyoruz.

Bu sorunu ele alacaksak, bütünü üzerinde konuşmamız gerekir.

 

Çok değil daha 2019 yılında ülkenin ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’da başkente 40 kilometre uzaklıktaki Çubuk ilçesinde yumruklanarak bir linç girişimine hedef olmuş, bir eve sığınarak ve uzun bir süre burada mahsur kalarak, canını zor kurtarmıştır.

Listeyi herkes yakın zamandan hatırladığı olayları ekleyerek genişletebilir.

Bu noktada yakın zamanlardan bazı meslektaşlarımızın uğradığı fiziki saldırıları da muhakkak hatırlamamız gerekir. Yavuz Selim Demirağ ve Orhan Uğuroğlu’nun Ankara’da, Levent Gültekin’in İstanbul’da sokakta uğradıkları saldırılar hemen akla gelen vakalardır.

Doktorlar ve diğer tüm sağlık personelinin görev yaptıkları hastanelerde maruz kaldıkları saldırılar ülkemizin kanayan bir yarasıdır. Şiddet, son yıllarda Türkiye’den çok sayıda doktoru çalışmak için yurtdışına gitmeye yönelten nedenler arasında önemli bir faktördür.

Televizyonlarımızın başında akşam haber bültenlerini izlerken Türkiye’nin dört bir tarafından gelen ve birbiri ardına tekrarlanan şiddet görüntüleriyle karşılaşmak, sorunun yaygınlığını anlamak bakımından yeteri kadar uyarıcıdır.

Bazen girdiği dükkanda tezgahtarı döven saldırgan, trafikte yanlış bulduğu direksiyon hareketi nedeniyle inip diğer arabanın sürücüsünü yumruklayan zorba, yolun ortasında karısını herkesin önünde döven kocası… Şiddet her yerden uç veriyor.

Bu görüntüler, ne yazık ki her seferinde tekrarlanarak toplumun bütün hücrelerine şiddetin olabilirliğine ilişkin bir mesajı taşıyor. Şiddetin sıradanlaştığı, olağanlaştığı, insanların içlerindeki şiddet dürtüsüne kolaylıkla teslim oldukları bir davranış kültürü her bir tarafta kök salmakta, istikrarlı bir biçimde hükümranlığını adım adım yukarı doğru taşımaktadır.

Son zamanlarda bu tabloya eklenen rahatsız edici bir yöneliş, sosyal medya üzerinden tehdit ve güç kullanma söylemine sıkça başvurulması ve bu hareketlerin her zaman yaptırım görmemesidir.

 

Türkiye’de okul ve kağıt üstünde eğitimli insan sayısının artması, görünüşte okuma yazma oranının yükselmesi, toplumda kaba güce başvurma eğiliminin tırmanışını herhangi bir şekilde etkilemiyor. Aslında tek başına bu durum bile ülkemizde eğitimin ortalama kalitesi hakkında yeteri kadar fikir verici olmalıdır.

Her bir taraftan yayılan şiddet kültürü, çocukların yetiştiği, kişiliklerinin gelişmesini tamamladıkları ortamı da zehirlemektedir. Çocuklara evde, okulda öğretilmesi beklenen saygılı bir insan, düzgün bir vatandaş olma disiplini ile televizyonlardan içeri yansıyan ve dışarıdaki hayatı temsil eden kaba güç gösterileri iki ayrı gerçekliği temsil ediyor.

Son yıllarda okullarda akran zorbalığının ortaokul, lise düzeyinde artarak çok can sıkıcı bir probleme dönüşmekte oluşunu da belki bu fotoğrafın içine yerleştirebiliriz.

 

Hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu normal bir ülkede vatandaş olmanın asgari güvencelerinden biri hukuk düzeninin güvencesi altında yaşamaktır. Hukuk düzeni, tanımı gereği evinden dışarı çıkan vatandaşı kaba güçten, şiddetten, zorbalıktan koruma ve bu yola başvuranları gözünün yaşına bakmadan cezalandırma taahhüdünü de içerir.

Devlet adına yetki kullanan kamu otoriteleri, yasalara saygılı vatandaşları kötülerden korumakla görevlidirler.

Şiddetin bu ölçüde yaygınlaştığı bir ortamda kamu otoritesinin bu işlevini olması gerektiği şekilde yerine getirdiği söylenemez.

 

Sorunun bu düzeye gelmiş olmasının önemli nedenlerinden biri, şiddete başvuranların geniş bir cezasızlık kültürünün himayesinden yararlanmalarıdır. Ne yazık ki, ülkemizde yürürlükte olan yerleşik mevzuat ve ayrıca bunun uygulanma şekli, şiddetin dilini kullanan insanlar üzerinde etkili bir caydırıcılık yaratmaktan uzaktır.

Cezaların azlığı, yasaların tanıdığı infaz indirimleri, denetimli serbestlik uygulamaları, hükmün açıklanmasının ertelenmesi gibi düzenlemeler genellikle saldırganların kısa süre cezaevinde kaldıktan sonra ellerini kollarını sallayarak serbest kalmalarını mümkün kılabiliyor.

 

Şiddet kültürü ile mücadele, Türkiye’de barış ve huzur ortamı içinde yaşama hedefi açısından artık hayati bir öncelik halini almalıdır. Öncelikle, ülkenin karar vericilerinin bunu bir sorun olarak kabul etmeleri gerekiyor.

Kuşkusuz, bu mücadele çok boyutlu bir stratejiyi zorunlu kılacaktır.

Bunun önceliklerinden biri, yasal çerçevenin gözden geçirilerek, cezasızlık kültürüne son verecek, şiddete başvuranların yaptıklarının yanına kar kalmayacağı bir yaptırım sisteminin getirilmesidir.

Ancak mevzuatın ötesinde de adımlar gerekli. Şiddetten, kaba güçten uzak durulması yolundaki mesajları topluma taşıyacak rol modellerinin öne çıkartılması, aynı zamanda eğitim politikalarında şiddeti dışlayan bir kültürün güçlendirilmesi akla gelen diğer adımlardır. Bu mücadelenin araç ve yöntemlerine dönük ciddi bir arayışın başlatılması şarttır.

Keza, siyasilerin de kullandıkları dilde şiddetle aralarına kesin bir mesafe koyma konusunda son derece özenli davranmaları, topluma verilecek mesajlar açısından yine olmazsa olmaz bir koşuludur.

Sonuçta, önceki akşam Ankara’da tanıklık ettiğimiz ve hepimizi üzen bu olay bütün Türkiye’ye bir büyük ayna tutmuştur. Bu aynadaki korkutucu görüntü, şiddetle mücadele konusunda yeni bir başlangıç yapmak için bir vesile olmalıdır.

Reklam Alanı