Karar Yazarı Mustafa Karaalioğlu,bugünkü köşesinde değişimden bahsetti.
“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, gibi klişeler etkili olduğu kadar yanıltıcı olabiliyor. Yahut, “yeni dünya düzeni kuruluyor” gibi iddialı analizler. Sadece yakın geçmişte bile bunları birkaç kez duyduk ve hatta bazen gerçekleşmesine tanık olduk.
Trump’ın yeninden ABD Başkan’ı seçilmesinden sonra sökün eden cümleler de üç aşağı beş yukarı bu minvalde seyrediyor. Yeni dönemde Amerika’nın oyunu eskisi gibi oynamayacağı; Çin ve Avrupa’yı vergi duvarlarıyla durduracağı, kriz bölgelerinden çekileceği, uluslararası kurumlara desteğini keseceği veya azaltacağı gibi iddialı varsayımlar da bu cümleleri destekliyor. ABD’nin dünyayı siyasi ve ekonomik olarak etkileme gücü hesaba katıldığında yeni bir dönemin başlayacağı tezini yabana atmak da mümkün değil. Trump’ın kişiliği, hazırlıkları ve öfkesi ciddi bir değişimini sinyalini fazlasıyla veriyor.
Olup bitenlere Türkiye’den bakanlar da analizi bir hayli basitleştirerek, Erdoğan-Trump ilişkisinin samimiyetine güvenerek, herşeyin bundan sonra lehimize gelişeceğine inanıyorlar. O yüzden, seçim sanki Türkiye’de yapılmış ve kendi adayları kazanmış gibi Trump’ın zaferine sevinenler bir hayli fazla. Kendi hatalarımızla batırdığımız bütün işlerin bu sayede yoluna gireceği kanaati de sevinçlerine eşlik ediyor. Bir nevi, “Türkiye Yüzyılı”yla Trump’ın “Yeniden Büyük Amerika”sı el ele gidecekmiş gibi memnuniyet hali var. En azından iktidara yakın kesimlerde…
Gerçek şu ki, dünya bir başkanın göreve gelmesine bağlı olmaksızın zaten muazzam şekilde değişiyor. Yerküre, teknolojisiyle, bilimiyle, uzay araştırmalarıyla ve mesela son olarak yapay zeka devrimiyle benzersiz bir ilerlemeye sahne oluyor. Harekete geçmek için Trump’ı beklemeye gerek yoktu, Biden döneminde de değişim durmak bilmeden devam etti. Trump, Ocak ayında koltuğa oturana kadar da dünya kimbilir nasıl değişecek.
Değişim kesintisiz sürüyor. Fırsatı yakalayan ve değişime hazır olan ülkeler ve şirketler yeni dalgalardan istifade etmeyi biliyor. Ekonomilerini büyütüyor ve kendilerini daha güvenli hale getirmeyi başarıyor.
Herhangi bir ülke büyük değişimin parçası olmak istiyorsa her zaman fırsat vardır. Yeter ki hazırlıklı olsun, yeter ki ülkesinin kaderini bir başka ülkenin seçimine bağlamak yerine kendi gücü ve kabiliyetiyle çizme kararlılığına sahip olsun. Her zaman herşeye hazırlıklı olmak yerine, “Bakalım yeni başkandan sonra bize ne düşecek” demek yeni bir dünya olsa da değişimin ardından bakakalmak demektir. Daha önce olduğu gibi…
Bu sahneyi yakın geçmişte iki kez yaşadık… Hem Covid pandemisinde hem de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinde. Her ikisinde de halka dönüp, Türkiye için ticari fırsat pencerelerinin açıldığını anlatıp durduk. Sonuçta sadece üretim kapasitemizin yetersizliği ve kendi yanlışlarımız nedeniyle kırılgan hale getirdiğimiz finansal yapımız nedeniyle iki krizi de fırsata çeviremedik. Bu kez de dönüp aynı halka yüksek enflasyon ve ağır hayat şartlarının pandemi ve savaş yüzünden olduğunu anlattık. Hala da anlatıyoruz…
Sadece ekonomik açıdan değil, o dönemlerde siyasi ve diplomatik olarak da imkanlarımız gelişmedi. Beş şene -hatta otuz, kırk sene- önce hangi bölgesel güvenlik problemlerimiz varsa yine aynısını yaşıyoruz.
Dünya pandemiden sonra geçen iki-üç yılda da çok değişti ama bizim hikayemiz zerre kadar değişmedi. O günden bugüne onbinlerce iyi yetişmiş insanımızı yurt dışına kaçırdık. Eğitimin hiçbir kademesini iyileştirmek için adım atmadık. Demokrasi ve hukuk sistemimiz gelişmeliydi, daha geri gitti. İhracatımızın Kg-Dolar değerini artıramadık; yani teknoloji üretimini büyütemedik. Yapay zeka devrimi şöyle dursun dijital pazardan da pay alabilmek için hamle yapamadık.
Çünkü, gerçek değişimin çaba, hazırlık, eğitim ve zihinsel performans gerektirdiğine inanmıyoruz. Analiz ve araştırmayı sevmiyoruz. Elimiz kolumuz bağlı bekleyip eski moda fırsatçılıktan medet umuyoruz. Hal böyleyken ve böyle olmaya devam edecekse Biden gitse Trump gelse ne farkeder? Dünya değişse ne olur, hiçbir şey eskisi gibi olmasa ne!