İpek Acar Sert Yazdı: Taşı Titreten Ağıt: Deprem

0
44
Assanatlar Yazarı İpek Acar Sert, köşesinde depremin yıldönümünü köşesine taşıdı.
Yıllar önce savaşın yetimleri için kaleme aldığım bir makalemde kullanmıştım bu cümleyi: Acı anlatılmaz, yaşanır! Acıyı ancak yaşayan ve hisseden anlayabilir. Ne söylersem söyleyeyim; kalemle buluşturduğum hiçbir cümle savaşta ailesini, evini kaybetmiş minik yavruların hüznünü ve korkusunu anlatmaya kâfi gelmiyordu.
Şimdi benzer bir acının içinden, afet bölgesinden sesleniyorum! Gönül kafesim enkaz, nefes alamıyorum! Yıkılan bir apartmanın karşısındaki çardağa oturmuş, acıya kardeş olan binaları izliyorum. Çığlıklar, feryatlar, çürük binalarla birlikte yıkılan aileler… Gözyaşlarıyla taşları eriten anneler görüyorum. Ağıtlarını bağrıma basıyorum. Feryatlarını unutmayacağım, unutamam! Bir anne düşünün gencecik oğlu enkaz altında, sesini duyuyor fakat enkaza müdahale edilemediği için yavrusunu kurtaramıyor. İşte o annenin öfkeli, kederli, çaresiz haykırışı taşı dahi titretiyor. Hiç tanımadığım bu anneye sarılıp onun yürekleri yakan acısını paylaşıyorum.
Bir de yavrusuna kalkan olan babanın şehadetine tanık oluyorum. Yıkıntıdan çıkarılan güzeller güzeli bebeğin hayata tutunuşuyla umutlanıyorum. Sonra, “Kardeşimi de kurtarın amca, annem de ölmemiştir, anneler ölmez!” diye bağıran çocuğun kimsesizliğinde kayboluyorum.
Vefat edenlerin suretine bakamıyorum. Bir yandan can kurtarma ekiplerinin azami gayretine kalbimi bırakıyor, bir yandan mahallemin semaya yükselen ağıtına sarılıyorum. Ah, içimin bir yanı yangın, bir yanı umut!.. Ağlıyorum!
Gece oluyor, uyuyamıyorum. Evlâdımın, ailemin, memleketimin akıbetini düşünmekten uyuyamıyorum. Her an yeni bir depremi yaşamaktan korkuyorum. Korkum kendime değil; gözümden sakındığım, kalbimin parçası canım kızım için korkuyorum. Ve bütün yavrular için…
İhtiraslarımıza kurban edilen, geleceğimiz olan insanlarımıza ağlıyorum. Ahımla inliyorum, sonra bir ah u vah çekerek susuyor, hâlâ korkudan titreyen yavruma sarılıyorum. Evlâdımın kokusunu sineme çekip öpüyorum gül yanaklarını. Çiçek yüzünü göğsüme basıp hem şükür hem üzüntü ahvaliyle içime ağlıyorum. Ebeveyn olarak güçlü durmak zorundayım ya! Bu saikle içimin kıyısına ağlıyorum.
On binlerce insanımızın canına kasteden çürük binaların oluşumunda sorumlu olanlar için ilahi adalet tecelli edecektir. Gördük ki deprem değil yolsuzlukla yapılan binalar öldürür. Bu deprem, nesilden nesile değişmeyecek bir yas günü olarak tarihe yazılmalı.
Hayat; onulmaz acılarla devam ederken gönlümüz yorgun, yüreklerimiz enkazda ama teslimiyetimiz bâki. Hüznümüz de bâki olacak. Çünkü o kederli günler unutulacak gibi değil. İyileşeceğiz ama unutmadan. Umudumuz duamızdır bizim.
Teslimiyetin Gölgesinde
Milletimin derdiyle dertlenirken kardeşliğimizi, birliğimizi bir kez daha yâd ediyorum. Bizi birleştiren öyle çok güçlü bağlar var ki… Uhuvvet bağımız öyle derin ki… Rabbimiz bir, Peygamberimiz bir; kitabımız, vatanımız, vahyin ışığında yolumuz bir. Bu birliğe ve beraberliğe bir kez daha şahit olunca “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” ayetini terennüm ediyorum.
Yüce Mevlâ’nın inayetine sığınır iken göz pınarlarımızdan süzülen yaşların dua hükmünde olduğuna inandım daima. Depremin ülkemi yasa bürüdüğü günden beri gözlerimden dökülen dua incilerinde belki de binlerce annenin gözyaşı vardı.
Gönlümüzde hüznün ve umudun çiçeği, dilimizde kederin ve duanın sesi… Hâlimiz böyle iken titreyen kalbimizin yankısı yükselir mi arşa, melekler şahitlik eder mi dualarımıza, şifa yağmur olup katre katre yağar mı üzerimize, can gelir mi solgun benizlere?
Ey merhameti sonsuz olanım! “Kün fe yekûn” deyince oluverir dilediğin her şey. Affet bizi! Bize merhamet et! Niyazımızı kabul buyur. Göklerin, yerin, yüce Arş’ın Rabbi olan Allah’ım! İyileştir bizi! Yaralı milletimizi, kederli kalplerimizi iyileştir. Âmin!
Reklam Alanı