Bir haslet küfür ise insan kendisini bilici değildir…
Hayatınızın belirli duraklarında manevî şuurunu tamamlayamamış ve insan olmaya hak kazanamamış “yankesici”ler vardır…
Hz. Yusuf kıssasında olduğu gibi kıskançlıktan parmaklarını keserler…
Aklın yönlerine ulaşamayacaklarını anlayan fiziksel döngüleri gelişimini durdurmuştur…
Göz görmediğine izafiyet yükler…
Kalplerinin güzel hasletleri harflerin enerjisel kütlesi ile birleşmemiştir…Benliklerini yansıtamayacak kadar güçsüzdür…Genleşme ve sarmalama dizaynında, göz olguyu kavramlaştıramaz..Ruhsal dengesizliklerle birlikte fiziksel değişimler de hızlanır…İnsan artık kendi etrafında canlanırken, kendi içine bakıyordur…Bu olasılık onu deliye döndürmeye yetmiştir….Aklın ve mantığın gördüğü ile öylece orada duran hayat; öz kişiliğindeki tüm bağlamlarını, inançlarını yok etmiştir…
Halbuki bakışından halen bir an bile geçmedi..
Birleyemediği kendisiydi…
Varlığın oluşumundaki yansımalarına yenik düşmüştü…Az evvel kütlesel ağırlığını gözlerine yüklerken, az sonra gözlerinden bakana düşman kesilmişti…
O zaman de ki ; ” Kininizle geberin.Allah kalplerinizdeki MAHREM SIRLAR’ınızı biliyor!” Âl-i İmrân / 119
Sahip olduğunuz herşey sadece bir amacın hizmetçisidir…
Belirgin katsayıların metafiziksel etkilerini harfiyen uygularsak, kitlelerin aynı duyguya yönelik akımlarını ve yalıtımlarını farkederiz..Bir his bir filmin karesine kadar ilerlemişse, o his zamanın ters yönündeki hızla size doğru çekilir…Maddeye indirgeyemediği bilincini, nesneler üzerinde deneyimler…
Eğer ki yüksek derecede bir arzu içerisinde iken teknolojik bir alete yönelmişse gözlerinizi ve o baktığınız telefon/televizyon/bilgisayar açık değilse, ikinci bir bakışla etrafımızdaki bir canlıya yönelen göz, karşındaki varlığı kendi arzusuna sabitleyecektir…Bu inanılmaz kaosları da beraberinde getirir…Elektronik nesneye hapsedilmiş herhangi bir resime siz baktıktan sonra eğer ki bunu canlıya aktarırsanız, o canlı da ruhsal ve fiziksel yaralar açmaya başlarsınız..Çünkü göz gördüğünü ispatlamak ister….
****
Bir harf kayar belki gözlerinden,
Servet olur,
Baki olur,
Aşk olur,
sArar ruhu…
Arınır belki fiziksel sargılarından,
Süzülür arşa doğru…
Söz olur,
Name olur…
Ama hiç bir zaman sen ve ben olamaz…
Çünkü biz; ismi koyulan sözlerin üzerine saltanat kurânlarız…
Servetler dolusu altın; yolumuzda taş toprak olur,
Edebinden…
Güneş olur, yıldız olur,
Hürmetinden…
Hamdü senalar eder; kâinat,
Âr eder; yüzümüze bakmaya…
Ey sultanlar sultanı!
Haberin var mı?
İlmin kudretine sığınanların nur gelmiş;
Hanelerine,
Yüreklerine…
Cesaret gelmiş; dillerine…
Körüklüyor ateşi, çıktığı yere…
Heyhât!
****
Esra SÜNTAR