Hürriyet Yazarı İlber Ortaylı, bugünkü köşesinde eğitimdeki sorunları köşesine taşıdı.
Özel okullar, gençliğimdeki gibi otorite ve veliler ile talebeleri saygıya alıştıran yerler olmaktan çok uzak. Özel okul öğretmenleri velilerin devamlı tacizi ve cahilane müdahalelerini dinlemek zorunda kalıyor. Müdürler ise “müşteri her daim haklıdır” düsturuyla hareket ediyor. Çoluk çocuk takımı da bu havayı hissettiği için edepsizliğe ve şımarıklığa sürükleniyor. Mustafa Necati ekolüne mensup eğitimcilerin bir sloganı vardı; “Efendim her şeyin başı maarif” derlerdi.
VAROŞ ve kasaba çılgınları, doktorları, hemşireleri ve sağlık çalışanlarını sopalı saldırı ve hatta silah zoruyla sindirdikten sonra öğretmenlere ve eğitim çalışanlarına da yöneldiler. Maalesef memleketimizde kasabalar 16. – 18. yüzyıldaki ananevi konumlarını, geleneklerini ve üretkenliklerini kaybetmişlerdir. Evliya Çelebi’nin ünlü seyahatnamesinde Anadolu ve Rumeli’deki birçok kasaba için verdiği teferruatlı tasvirler, çarşı pazardaki esnafın ürettikleri, ahalinin usul ve erkâna nasıl sahip oldukları, evlenme ananelerine kadar uzanan tasvirleri ve geleneği nasıl korudukları malûmdur. Zamanın rüzgârları 20. – 21. yüzyıl kavşağında bu âdetlerin çoğunu süpürmediyse de daha tatsız bir duruma dönüştürdü. Günün şartları olumlu olumsuz etkileriyle kendine göre bir silsile ortaya çıkardı.
İstanbul Eyüpsultan’da, okul müdürü İbrahim Oktugan, odasında, liseden atılan 17 yaşındaki Irak uyruklu Y.K. tarafından silahla 5 el ateş edilerek öldürüldü.
TÜRK HALKI EĞİTİMCİSİNE ÇOK SAYGI GÖSTERİRDİ
Cumhuriyet’in ilk döneminde kasaba çocukları vilayet merkezindeki lisede okurlardı. Hayatlarını düzene koyacak yatılı eğitimden geçerlerdi. Öğretmenlerimiz Mustafa Necati ekolünün yarattığı ayrı bir kuşaktı. Biz onlardan her şeyi öğrendik; Türkçeyi, güzel yazıyı, hatta güzel bir üslubla yakın tarihi ve Osmanlı tarihini. Edebiyat hocalarımız pekâlâ divan edebiyatına kadar gereken çeşniye verirlerdi. Sağcı veya solcu olmaları mühim değildi. Bu memleketin insanlarıydılar ve Türk öğretmeni seçkin bir simaydı. Türk halkı da eğitimcisine, öğretmenine çok saygı gösterirdi.
İlk yırtılma fanatiklerin kışkırtmasıyla oldu; öğretmen ile halk arasında bir gerilim doğdu. Hekim ve hemşirelere yapılan saldırı ise sadece kasaba delilerinin tepesinin atmasıyla izah edilemeyecek biçimde örgütlü bir karaktere dönüştü. Sağlık politikalarının kötülüğü dolayısıyla hekimsiz ve sağlık personelsiz kalmaya mahkûm Almanya, Avusturya, Hollanda gibi ülkeler açıklarını kapatmak için bizimkileri avlamak yolunu seçtiler. Bunun en önemli yolu düşük maaşlar değil, ön planda artan okul fiyatları ve hekiminden hemşiresine karşı gereken terbiyeyi ve saygıyı gösteremeyen kasaba halkıdır. Bunları kışkırtıyorlar da.
Şimdi öğretmenlere yönelik saldırılarda bu grup kadar bir de memleketimizin âdetlerini benimsememekte ısrarlı olan Suriyelilerin ve bazı Iraklıların da payı var. Özel okulların yapısı ise hat safhadadır. Zira özel okullar çocukluğum ve gençliğimdeki gibi Ayşe Abla (Neriman Hızır), Büyükelçimiz Çoşkun Kırca’nın babası merhum Mehmet Ali Haşmet Kırca’nın kurduğu okullardaki (Yeni Kolej) otorite ve veliler ile talebeleri saygıya alıştıran yerler olmaktan çok uzaktır ve “Müşteri velinimetimiz” lafının dozunu çarşıdaki esnaftan daha fazla kaçırıyorlar. Özel okul öğretmenleri velilerin devamlı tacizi ve cahilane müdahalelerini dinlemek zorunda kalıyor. Müdürler ise “müşteri her daim haklıdır” düsturuyla hareket ediyor. Çoluk çocuk takımı da bu havayı hissettiği için edepsizliğe ve şımarıklığa sürükleniyor.
Bizim millet eğitimde demokrasiyi şamata ve küstahlık olarak anlar. Saygı göstermeyi bilmezken saygı bekler. Bunlardan dolayı bizde Batı okullarındaki havayı bulamazsınız. Bu memlekette yabancı misyonların açıp yönettiği bazı özel okul öğrencileri (İstanbul ve İzmir’de yabancıların açtığı özel okullarda) pekâlâ bu Avrupa tipi disipline boyun eğdiği hâlde diğer okullarda hakiki şeker ve mısır şerbetli çikolata misali ayrı bir dejenerasyon yaşıyoruz.
Milli Eğitim Bakanlığı hızla harekete geçti. Derhâl eğitimcilere yönelik şiddete ilişkin kapsamlı bir düzenleme hayata geçirilecekmiş. Aynı hızı maalesef sağlık çalışanlarımız için göremedik. Çünkü onların sayısı eğitimciler kadar kalabalık değil. Reylerini de herhalde dikkate almıyorlar. Doktoruna, hemşiresine, sağlık çalışanlarına saygı duymayan bir toplumun sağlıklı yaşaması mümkün değildir. Sağlıkta gereken mevzuat değiştirilmedi; bakalım eğitim alanında neler yapacaklar.
LAUBALİLİĞİN AĞIR BEDELİ
Evvelen bu özel okulların kontrol altına alınması, çok şubeli şirketler hâlinden çıkarılmaları, eğitim personelinin okul sahipleri ve velilerle ilişkilerinin ayarlanması gerekir. Bazı velilere mesleğin ne diye sorduğunuzda “okulun önünde kamp kurup, diğer bazı velilerle arkadaşlık kurup günde 12 saati okul idaresiyle geçirmek” diyecekleri kadar iş çığırından çıkmış. Buluğ çağındaki çocukların hayatının izansız ve mantıksız bir çağda geçtiğini gözlüyoruz. Bunun üzerine de çocuklar bütün hayatları boyunca düzeltmeyecekleri kaba bir hitap, üslûb ediniyor.
Bundan birkaç sene evvel de yine dengesiz bir öğrencinin Ankara’daki bir vakıf üniversitesinde imtihana nezaret eden asistan Ceren Damar Şenel’i öldürdüğünü unutmayalım. Üstelik bu cinayeti savunurken eğitim kurbanı merhume asistanın iffetine dil uzatıp bunu delil olarak kullanmaya kalkan hukukçular ve aile büyükleri vardı. Bir toplum için hazin bir manzaradır. Allah’tan sözü geçen davadaki savunma avukatı “hakaret” suçundan cezalandırıldı.
Ankara Çankaya Üniversitesi’nde araştırma görevlisi Ceren Damar Şenel, odasında, sınavda kopya çekerken yakaladığı öğrencisi Hasan İsmail Hikmet tarafından tabancayla vurulup, bıçaklanarak öldürüldü.
Düzgün bir millî eğitim örgütlenmesinin sanıldığından daha kısa bir zamanda nesillerin hayatını değiştirdiğini gözlerinizle izleyebilirsiniz. Fakat bu eğitim düzeni ve politikası toplumumuzun edep anlayışında, zekâsını ve yetenekleri değerlendirme alanında ve toplumun iktisadi ve kültürel hayatını yoluna koymasında en büyük engeli oluşturuyor. Mustafa Necati ekolüne mensup eğitimcilerin bir sloganı vardı; “Efendim her şeyin başı maarif” derlerdi. Çok da doğrudur. Yaşayan Türkiye 50 senedir içine girdiği laubalilik ve ucuzluğun bedelini ağır bir şekilde ödemeye başladı.
AYVALIK’IN YENİ KÜLTÜR YUVASI
CUMARTESİ günü (11 Mayıs) Ayvalık’ta Sayın Rahmi Koç’un denizcilikten demir yolcuğuna, sınai üretimden laboratuvar deneyleri için kullanılan ara ürünler; yani özgün buhar makineleri gibi tarih olmuş sanayi mallarını, motosikletleri İstanbul Haliç’teki müzeden sonra Ankara’da Çengelhan ve Safranhan’da ve nihayet Ayvalık’taki müzede teşhire koyulduğunu görüyoruz.
Bu müzelerden sonra dördüncü müze kullanılmaz hâldeki bir zeytinyağı sıkım tesisinde açıldı. Bugün artık her biri bir estetik harikası olan Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma ve bu savaşın hemen sorasında hayata giren taşıma araçları, kamyonetler, binek araçları “Peugeot” gibi markaların ilk örnekleri, bunların yanında model çocuk otomobilleri, Türkiye’nin 19. yüzyılında bir başlangıç teşkil eden faytonların burada yapılanları ve dışarıdan gelenleri, ilk lokomotif ve buhar makineleri ki bunların bazıları ara üretim için kullanılan modellerdir, bu müzede yer alıyor.
Neredeyse İstanbul’dakine yakın bir saha ve yazları çok kalabalık olan bu turizm merkezinden hem Ayvalık’ın rekreasyonel alan dediğimiz; yani yaşam kalitesini yükselten alanını değiştiren eser hâline gelmesi hem de tatil sırasında gençlerin ve herkesin endüstri alanında bilgi edinecekleri, son derece iyi düzenlenmiş bir müze.
Ayvalık Roma Ortodoks dünyası için de önemli bir metropolitlik merkeziydi. Rahmi Bey’in restore ettirdiği Aya Taksiyarhis’deki küçük sergi müzeden sonra bir katkıdır. Kuşkusuz dinlenmek için iyi bir kahvehanesi ve bahsettiğimiz eserler yanında arkeolojik eserler, mezar taşları ve folklorik eserler var. Sıra geldi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Ayvalık’ta tertipleyeceği bir arkeoloji müzesinin teşkiline. Tabii Türkiye’nin bu zengin kasabasının mübadeleyle gelen ayanının bu konuda yardımcı olacağı ve nihayet kamu yararına bir eseri ortaya koyacaklarını ümit etmek lazım.