Hürriyet Yazarı İlber Ortaylı,bugünkü köşesinde Bilal Şimişir’i anlattı.
Bilal Şimşir, bir imparatorluğun emanetiydi. Cumhuriyetçiydi, Atatürkçüydü, Midhat Paşacıydı. Heyecanlı konuşması, tükenmeyen yazı enerjisiyle Dışişleri Bakanlığı’nın unutulmaz simalarındandı. Rumeli Türkiye’sinin çocuğuydu. Bu kimliğini bir otoportre ressamı gibi korumayı bildi öyle de aramızdan ayrıldı.
Bilal Şimşir’i genç yaşlarında ilk kitaplarıyla tanıdım. Bir Mülkiyeli Hariciyeliydi. Mülkiye’yi bitirdikten sonra Siyasi Tarih Kürsüsü’nde asistan olarak bırakılmıştı. Tuna boyu göçmenlerindendi. 1933 yılında bugünkü Bulgaristan’ın Yılancılar Köyü’nde dünyaya gelmiş. Babası Kırım Savaşı’na iştirak ederek madalya almış. Rüşdiye ve Gymnasium’u Bulgaristan’da okuyarak 17 yaşında Türkiye’ye geldiğinde Gelibolu’ya iskân edilmişler.
‘O ÇOCUK BENDİM’
1957 yılında Mülkiye’deki asistanlıktan sonra Dışişleri Bakanlığı’na intisaba karar vermiş. Midhat Paşa için yaptığımız bir seminerde; bu büyük valinin o ülkelerdeki ikon derecesine çıkan rolünü ifade için bir hikâye anlatmıştı. Oturduğu yerde Türk ortaokulunu kapatmışlar. Ailesi bir çocuğunu daha büyük bir merkezde yatılı okula gönderiyor ve çocuk hâliyle evden ayrılacağı için ağlıyormuş. Babası demiş ki; “Ağlama büyük valimiz de böyle ağlayanlar yüzünden açtığı okullara talebe bulamadı ve bu hâle düştük”, “Bu ihtar üzerine ağlamayı kesen o çocuk bendim” dedi.
Bilal Şimşir’in Dışişleri Bakanlığı ve Siyasi Tarih gruplarındaki tetkik şöhreti; Dışişleri Bakanlığı arşivini ama asıl önemlisi büyük başkentlerdeki imparatorluktan kalma arşivleri tasnif etmesiyle tanınır. Arşivde çalışmak, arşivleri düzenlemek Dışişleri Bakanlığı memurlarının haklı olarak pek hoşlanmadıkları bir işti ama Dışişleri Bakanlığı’mızın arşivlerinin hâlâ tasnif ve düzeninin tamamlanmadığı açık. O yüzden Bilal Bey’in bu rolünü ve yaptıklarını herkes hâlâ şükranla anar.
İMPARATORLUĞUN EMANETİ
O, bir imparatorluğun emanetiydi. Cumhuriyetçiydi, Atatürkçüydü, Midhat Paşacıydı. Dağılan imparatorlukta bu mirasın orada kalan Türk kavmini bir arada tuttuğunu Bilal Şimşir’den hatırlarız. Rumeli’nden Türk göçleri, Balkanlar politikası, Midhat Paşa, Ermeni meselesi üzerine yazdığı sayısız kitap ve makale, bakanlığın dışında çok okunması ona özgün bir kişilik kazandırdı.
Heyecanlı konuşması, tükenmeyen yazı enerjisiyle Dışişleri Bakanlığı’nın unutulmaz simalarındandır. Böyle heyecanlı insanlarda görülen huysuzluk ve kavgacılık gibi emareler onda yoktu. Tartışma sırasında dinlemeyi ve münakaşayı uzatmamayı da biliyordu.
Bilal Şimşir Rumeli Türkiye’sinin çocuğuydu. Bu kimliğini bir otoportre ressamı gibi korumayı bildi öyle de aramızdan ayrıldı. İşini seven, Dışişleri Bakanlığı arşivlerini yerinde kullanan nadir değil belki tek kişiydi.
KAZAKİSTAN GEZİSİ
Kazakistan Türk dünyasındaki en geniş coğrafyaya sahip ülke; 2 milyon 724 bin 900 kilometrekare. Türkiye’nin 3.5 misli. Buna karşılık nüfusunun şu son günlerdeki sayımın kesinleşmesiyle 20 milyonu geçtiği görülüyor. Eski Sovyetler Birliği’nin Rusya’dan sonra en geniş arazili devleti nüfus bakımından çok daha alt sıralarda. 20 milyon nüfusun tahminen yüzde 70’i Kazaklardan oluşuyor. Geri kalanlar Ruslar, Özbekler, Ukraynalılar, sayıları gittikçe Alman göçüyle azalan Almanlar, Rusya Yahudileri, Koreli, Uygur gibi sayısız milletlerden oluşuyor.
HASSAS NÜFUS DENGESİ
Devleti yönetenler 1999’dan beri bu hassas nüfus dengesine çok dikkat etmişler ama bir yandan da Kazakların nüfusunun artması için çaba göstermişlerdir. Nüfus doğal hâliyle; yani bereketli doğumlarla zaten artıyor. Üstelik Kazakistan Moğolistan ve Çin’deki millî azınlıklarını da Nazarbayev’den beri başarıyla içeri çektiler.
Sakin görünen politik atmosferde 2015 olayları, İslami fundamentalizminde de rol oynadığını gösteriyor. Bu İslami hareketten daha çok Suudi Arabistan’dan etkilendikleri endişesiyle çekiniliyor. Devletin politikası kadar orta sınıfların tepkisini de eken bir hareket.
Kazakistan eski başkenti olan Almatı hele hele yeni başkent Astana bize bir Balkan başkentini eski başkent Ankara’yı hatırlatıyor. Buna rağmen ülkenin bereketi Özbekistan ile karşılaştırılamayacak durumda. Ziraat yönünden bu kocaman cumhuriyet Özbekistan topraklarının üretimine bağlı.
Kazakistan’ın önemli özelliği Kazakların Rusçasının ortalama bir Rus’unkinden daha mükemmel olmasıdır. Öte yandan, daha çok film endüstrisinin tesiriyle Türkiye Türkçesi konuşanların sayısı artıyor. Azerbaycan’da ve Kazan Tataristan’ında yüksek olan bu yeni Türkçe eğilimi Kazakistan’da da var.
Kazakistan’ın bilimsel kapasitesi üst düzeyde. Şu anda iki üniversite var ki Astana ve Almatı beynelmilel düzeyde değerlendirme çıtalarını aşıyorlar. Kazakların tarihi 18. asırdan beri dağınık aşiretlerin hâkimiyetiyle ilgili. Kazakların devlet teşkilatının 15. asır boyunca bütün Türk dünyası gibi cereyan ettiği fakat Kazakistan’ın üst yönetici olarak Moğolları barındırdığı anlaşılıyor. Kazak toplulukları 17-18. asırlarda kendi yönetimleri için birbirleriyle savaştı. Kazakistan’ın modern tarihi böyle oluştu.
19. asır sonlarından itibaren de Rusların Kazakistan’da hâkimiyeti yüksek. Kazakistan’da aşiretler arasındaki mücadele açık bir gerçeklik olarak Rusların hâkimiyetini 18. asırdan beri burada tutunmasına neden oldu. Fakat aynı şekilde 19. asır boyunca da Kazak aşiretler Rusya’ya karşı direnişi sürdürdü asıl önemli Cedidçiler dediğimiz modernleşme taraftarlarının bu toplum üzerinde etkisi oldu.
Bugünkü Kazakistan’ın sanayi kapasitesi yüksek. Türkiye’yle ilişkileri beklenenin üstünde. Türk üniversitelerindeki öğrenciler içinde Kazaklar başarılarıyla tanınıyor. İklimin sertliği, yazların ve kışların mevsim normallerinin üzerinde soğukluk ve sıcaklığa sahip olması hayatı zorlaştırtıyor ama asri teknoloji bu durumu yenmiş görünüyor. Ne kadar zaman, nereye kadar bu başarı devam edebilir; bu bilinmez.
Geçen hafta Kazakistan’daydım. Astana’daki Uluslararası Türk Akademisi’nin organizasyonuyla Gumilov Avrasya Üniversitesi’nde bir konferans yaptım. Avrasya Üniversitesi’nde bana Fahri Profesörlük verildi. Cömert ve zarif bir davranış.
Astana’dan sonra Almatı’ya geçtim. Almatı sadece Kazakistan’ın değil bütün Orta Asya’nın entelektüel merkezi. Opera ve balede Frédéric Chopin müziğinden derleme parçalarla nefis bir bale, ardından da Rimski Korsakov’un Şehrazad’ını seyrettik. Kazak balesinin düzeyi yüksek, Rusya’da da tanınıyor ama kıtanın dışına çıkıp Avrupa ve Amerika’da başarılı üyelerinin pek görülmemesinin sebebi belli eski sistem hâlen devam ediyor. Sovyet devrinde Türk cumhuriyetlerinin entelektüellerinin bırakınız Batılı kapitalistler, Demir Perde içindeki Sosyalist Avrupa ile bile teması kısıtlıydı. Bugün eski durum söz konusu olmasa da bu durum devam ediyor. Kazakistan’ın dış dünya ile ilişkilerini ancak Türkiye Cumhuriyeti üzerinden Türkiye sağlayabilir. Gelişmeler de öyle görünüyor.
Astana’daki Büyükelçimiz Mustafa Kapucu, Almatı’daki Başkonsolosumuz Evren Müderrisoğlu, Rusya ve Orta Asya uzmanı Birinci Müsteşarımız Turhan Dilmaç ve Birinci Müsteşarımız İpek Aynuksa bizim öğrencilerimiz. Hepsi de Rusça bilen başarılı diplomatlar.
TÜRK DİPLOMASİSİNİN DEĞİŞİMİ
Türk diplomasisinin eski Sovyet coğrafyasındaki konumu, stratejisi ve nitelik değişimi takdire sayan. 1970 ve 1980’leri bilenler bunun farkındadır. Almatı Başkonsolosumuz Evren Müderrisoğlu ile önemli bir görüşme yaptık. Bölge hakkındaki bilgisinden çok yararlandım. Burada Orta Asya’nın en eski üniversitesi olan devlet üniversitesinde bir konferans daha verdim. Al-Farabi Kazak Millî Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Canseyit Tüymebayev elinden bir fahri unvan bahşedildi.
İki yılda bir gördüğümüz ülkelerde Özbekistan’da ve Kazakistan’da hayat şartları değişiyor. Gençlerin ilgi ve dinamizmlerinin arttığını gözlüyorsunuz. Bunlar bu kıta için ümit verici gelişmeler.