İlber Ortaylı Yazdı: Ayasofya’yı koruyalım

0
0

Hürriyet Yazarı İlber Ortaylı, bugünkü köşesinde Ayasofya’yı anlattı.

Ayasofya herkesin elini kolu sallayarak geçeceği bir yol değildir. Zira altındaki dehlizler, atık ve nem sularını taşıyacak suyolları, havalandırma sistemi bu kadar ziyaretçiyi taşıyacak güçte değil. Giriş ve görüşleri zaruri olan tarihçi, arkeolog gibi bilim insanları, büyük dinler dünyasının temsilcileri, devlet adamları ve memurların oluşturduğu yıllık 20-30 bin kişilik bir kitle bile buranın ziyareti için kalabalık olabilir.

Sadece hatırlatmak için tekrarladığım cümleler: Ayasofya beşeriyetin hâlâ ayakta olan, kullanılan ve orijinal yapısıyla korunan en eski mabedi. Şekil ve hacim değişimleri itibariyle Ayasofya’dan daha eski olan kiliseler var ama bunların sanat tarihinde öncü bir rolü olmadığı gibi teknik bakımdan da hiçbir şekilde Ayasofya’daki mühendislikle mukayese edilemezler.

Ayasofya yapıldıktan bir müddet sonra bir zelzeleyle kubbede kısmî çökme meydana geldi ve onarıldı. Asıl büyük onarım ise Mimar Sinan’a aittir. Sinan bu restorasyonundan o kadar müftehirdi ki Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’ni Ayasofya’yı model alarak yaptı.

ORTAÇAĞIN EN YÜKSEK BİNASI

Mühendislik harikası eserin kubbe genişliği Roma’daki Pantheon’dan daha geridedir. Ama Pantheon bir bardağın üzerine konmuş yarım elma gibi statik bakımdan daha bilinen bir gelişmeyi temsil eder. Ayasofya ise sütunlar ve kemerlerin üzerine kurulmuş muhteşem bir merkezi kubbedir. Bu özellik ona bütün ortaçağlar boyu şehrin en yüksek binası olma özelliğini kazandırdığı gibi binanın içindeki ihtişam hâlâ devam etmektedir. Ayasofya’da giriş narteksinde Hz. İsa’ya değerli hediyeler sunan iki imparator var. İmparator Konstantin, Konstantinopolis’in yani İstanbul’un maketini, Justinianus ise Ayasofya’nın maketini sunuyor.

Burada şunu da söylemek lazım. Tabiat harikası İstanbul’u iki bin yıldır, şu son kötü yapılaşmaya kadar, mimari bir şaheser şehri hâline getiren eserlerin başında Ayasofya gelir. İkincisi Mimar Sinan ve ekolünün eserleridir. Justinianus gerçek, inanmış bir Hristiyan’dır. Konstantin Hristiyanlığı, vaftiz oluşu, pozitif tarihçilik bakımından tartışılıyor. Topladığı ilk konsülün (325 yılı Nicea) takbih ve aforoz ettiği Aryanizm’e mensup olduğu da Caesarialı Eusebius aracılığıyla Aryanizm’e sempati duyduğu da dedikodular arasındadır. Onun Hristiyanlığı, Hristiyan tebaanın destek ve başarılarına karşı duyduğu borcun getirdiği gösterimden ibaret olmalı. Gerçek Hristiyan imparator Justinianus’tur. 6. asırda vahdete ulaşan ilk ve tek hükümdardır. Onun eseri bugüne kadar devam ediyor. Koyduğu ad eski kiliseninkidir. Müslüman İstanbul da bu hoş tabiri (ilahi hikmet) kaldırmadı ve cami bu adla devam ediyor.

Etrafındaki Osmanlı ilaveleri; türbeler, çiniler ve dört minare sonraki ilavelerdir. Ne dışında ne de içinde Ayasofya’nın orijinal hâlini gölgede bırakacak bir ilave yok. Bu bakımdan tüm İstanbul’un Ayasofyası, Kurtuba’daki mescide benzer bir zulme uğramamıştır. Bunu belirtmekte büyük fayda var.

Hâlihazırda minarelerin restorasyonu söz konusu; bu doğrudur. İhmalden dolayı meydana gelebilecek herhangi bir çöküntü ve yıkılma esere de zarar verir. Bu yüzden taş taş yeniden inşa edilecek. Yoğun ziyaretçi vaziyeti ise kabul edilemez. Zira camiye çevrildikten sonra buraya gelen kişi sayısının yıllık üç milyon olduğu söyleniyor. Bu rakama turistler dahil değil.

Şurası bir gerçek Ayasofya herkesin elini kolu sallayarak geçeceği bir yol değildir. Zira altındaki dehlizler, atık ve nem sularını taşıyacak suyolları, havalandırma sistemi bu kadar ziyaretçiyi taşıyacak güçte değil. Ayasofya’nın altındaki kanalların ucu Topkapı Sarayı’na kadar uzanır, bir müddet evvel İstanbul Teknik Üniversitesi’nin araştırma heyeti izinleri olduğu hâlde Ayasofya idaresi kanallara girme noktasında güçlük yaratıyordu. Biz kendilerini Topkapı kanalından soktuk. Çok da iyi oldu, kanallarının haritası zamanla ortaya çıktı. En sonunda tayin edilen Prof. Dr. Hasan Fırat Diker bu krokileri çıkarıyor.

Sözün kısası bütün bu kanalların elden geçirilmesi, temizlenmesi ve acil restorasyonu da şart. Binanın kendisi için de bu devamlı yapılacak bir işlem. Ayasofya, Müzeler Genel Müdürlüğü için bir gelir kapısı olamaz. Restorasyonu da Vakıflar’ın bütçesini aşacak kadar yüksek bir meblağ ister. Ziyaretçi sayısına acil müdahale gerekir. Hatta giriş ve görüşleri zaruri olan sanat tarihçisi, tarihçi, arkeolog gibi bilim insanları, büyük dinler dünyasının temsilcileri, Müslüman dünyanın din adamları, devlet adamları ve memurların oluşturduğu yıllık 20-30 bin kişilik bir kitle bile buranın ziyareti için kalabalık olabilir. Aya İrini’de artık konser verilmemelidir, hatta seminer ve konferans yapılması da beklenemez. Aslında Aya İrini’nin çoktan tam restorasyonla kapatılması gerekirdi.

TARİHİN BİZE BIRAKTIĞIEMANETLERE İYİ BAKALIM

Bu eserler İstanbul’a ve Türklere tarihin bıraktığı emanetlerdir. Bu emanetlerle hiç kimse size gerçekten beynelmilel ve insanlık tarihine hizmet açısından yaklaşmaz ve destek olmaz. İşi selametle yapacak sadece biz olabiliriz. Belki aynı şekilde çok methedilmeyiz ancak en acı tenkitler bize yapılır. Bu şuur içinde birtakım taşkın gösteriş ve kuru gürültü değil, Fatih Sultan Mehmed’in politikasına, Mimar Sinan’a yakışır bir ciddiyete ve derin ilme sahip olmak gerekir.

Ayasofya’da gündelik hayatın içinde tuvaletler ve musluklar kurulamaz. Büyük sebiller gibi su dağıtan yerler kurulamaz. Klasik Osmanlı sebili ile bugünkü tuvaletlerin tükettiği ve sızdırdığı su aynı değildir. İnsanlık 1500 senedir Ayasofya’ya kısa bir süre için uğruyor. Def-i hacet için Ayasofya’nın tuvaletlerini kullanmanın akıl kârı yanı yoktur. Her giren sebil ve tuvaletleri kullansa bu binanın altındaki kanalizasyon sistemi bunu nasıl taşıyacak? Düşünülmesi lazım.

GAZİANTEP’İN DEĞERLERİ

Bu hafta Gaziantep Belediyesi’nin davetlisi olarak Antep’e gitme fırsatım oldu. Gaziantep, Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi’nin sanayi merkezi durumunda. Sanayileşme kentte 19’uncu yüzyıldan bu yana süregelen bir gelişme ile bugününe ulaşıyor. Sanayileşmenin yanı sıra bugün de marangozlukta, dekoratif sanatlarda, kısmen dericilikte, bakır işçiliğinde de bu ilerleyiş devam ediyor. Bazı sanatlar ise gitgide ölüyor. Bu sanatların tekrar canlanması adına daha çok çalışılması gerekiyor. Örneğin, mobilyacılıkta doğrama tekniğinde klasik ve modern dekorasyonun canlı örnekleri halen işlense de maalesef bu dallarda Gaziantep’te birkaç işyeri kalmış durumda. Bunlardan biri de mobilyacı Mustafa Deniz Durakoğlugil’in dükkânı. El işçiliğiyle muhteşem eserler ortaya çıkarmışlar. Ancak sanayi gelişiyor. Ziraat alanında da Çukurova’nın aksine bir gelişme söz konusu. Bu gelişmelere geleneksel sanatların, el sanatlarının da ilerleyişi ivedilikle senkronize edilmeli.

Gaziantep’te ayrıca yeni müzeler oluşturuluyor. Depremde bazı tarihi yapılar hasar almış, bunlardan en çok etkilenenlerden biri de Gaziantep Kalesi. Geç kalınmadan restorasyonuna başlanmış. Burada dikkat çeken bir başka detay daha var: Kalenin altındaki dehlizler ve kayalara oyulmuş İran ve Afganistan’daki kanat örneği. Bu su kanalları da bugün tekrar restore ediliyor. Bu eserler çok önemli örneklerden. Bu çalışmalar bu nedenle daha da önemli ve kıymetli hale geliyor. İklim değişikliğine uğranan ve akarsuların buharlaştığı bu dönemde bizim de artık bu gibi yeraltı kanallarını yeniden kazma zamanımızın geldiğine inanıyorum. Kanat sistemi buna iyi bir örnektir. Keza Gaziantep’in altındaki kanallarda da bu sistem görülebilir.

BAŞARILI BİR PANORAMA ÖRNEĞİ

Gaziantep’te rastladığım en önemli konulardan biri de mahir sanatçı Alexander Samsonov’un sekiz yıldır emek verdiği “Gaziantep Panoraması”. Bu panorama, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin restorasyonları sonucu oluşturduğu müzeyle aynı ismi alıyor. Panorama 25 Aralık Gaziantep Savunması Kahramanlık Panoraması ve Müzesi’nde ziyaretçilerine sunuluyor. Bence bir savaşı; muharebe veya direnişi en iyi ifade eden esasen Sovyet Rusya’da geliştirilen ve bütün Sovyetler Birliği’ndeki sanatçıların da benimsediği Panorama sistemidir. Antep’teki panorama bu anlamda başarılı bir örnek. Hem öğretici hem de etnografik malzemelerin derlendiği bölüm gayet ilgi çekici. Ayrıca, Gaziantep’teki geleneksel dokuma sanatları da yaşatılması gereken önemli bir dal, bakırcılık da öyle. Bunların diri tutulması önemli. Şehirdeki kiliseler ve eski konaklar restorasyon ve rehabilitasyon içinde; bunlar şehrin önemli özellikleri. Bazı hanlar otel olarak kullanılmaya başlanmış. Mimar Mahmud Anlar’ın Hışvahan Oteli bunun bir örneği.

Gaziantep müzeleri sadece eserlerden ibaret değil. Kıyıları kentle birleşen Fırat Nehri’nin konumu dolayısıyla da sualtı çalışmalarının kente yerleşmesi ve geliştirilmesi düşünülüyor. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin de bu konu ile yakından ilgileniyor. Gaziantep Büyükşehir Belediyesini bu alanlarda da yaptığı çalışmalarla gayet başarılı ve girişimci buluyorum.

Reklam Alanı