Karar Yazarı Elif Çakır, bugünkü köşesinde Ahlak meselesini köşesinde taşıdı.
Başlık AK Parti iktidarının eski Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Hüseyin Çelik’e ait. Çelik’in Serbestiyet.com için aynı başlıkla kaleme aldığı yazısı, yaptığı sorgulamalar, düşüncelerime, duygularıma bire bir tercüman oldu.
Hüseyin Çelik İslam dünyasından örnekler veriyor. Haklı, çünkü ‘ahlak’ sadece ülkemizin sorunu değil, dünyadaki bütün Müslümanların sorunu ve maalesef iyi ahlakın kırmızı çizgileri olması gereken İslam dünyası ahlakla imtihanını iyi veremiyor maalesef. İslam ülkeleri arasında ahlak sınavını geçen, örnek olarak gösterilecek bir tane bile ülke yok.
İslam toplumlarında aile hayatından insan haklarına, beşeri alandan uluslararası ilişkilere, ekonomi ve çalışma hayatından, temizlik ve çevreye, hukukun üstünlüğüne ve sosyal adalete, hele de kadın haklarına kadar birçok alana çok ciddi sorunlar olduğunu söyleyen eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu hocamız da “İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme” adlı kitabında aynı tespitte bulunuyor:
“Bugün, elli küsur İslam ülkesi var ve parmakla gösterebileceğimiz, insanların huzur, güven içinde olduğu ve dünyada bunu vadeden bir örnek İslam toplumu bulmakta zorlanıyoruz. Modern dünyaya örnek gösterebileceğimiz bir İslam dünyasından söz edemiyoruz.” (Sh. 386)
Yok maalesef. Oysa tam tersinin olması gerekmiyor mu? Ve bütün bunlar İslam dinini yıpratıyor, dine zarar veriyor, dinin itibarını zedeliyor. Dine en büyük zararı Müslüman siyasetçiler veriyor.
Çelik’in şu tespiti önemli:
“İslam Devletleri’nin başlarındaki yöneticilerin çoğu, maalesef İslam dinini, kendi dünyevi saltanatlarını pekiştirmek için kullanmaktan çekinmiyorlar. Bu durum ne yazık ki Emeviler’den beri sürüp gelen bir ahlâksızlıktır.”
***
Çelik “anlayana” diyerek “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” üslubuyla söylemiş söyleyeceklerini yazısında. İslam dünyasından örnekler vermiş, ne soracaksa İslam ülkelerinin isimlerini yazarak sormuş, diyor ki:
“Evinde yemeğini kendisi yapan, kocasının ütüsünü yapan, birçok uluslararası iş seyahatine bile tarifeli uçaklarla giden, gidebilen Almanya eski Şansölyesi Merkel mi daha ahlâklıdır, yoksa gittiği ülkeye tahtını taşıyacak kadar görgüsüz olan Suudi kralları mı daha ahlâklı?”
22 yıllık AK Parti iktidarında, iktidar yetkililerinin uluslararası ziyaretlere tarifeli uçakla gittiklerine hiç şahit olduk mu? Tarifeli uçağı da bir kenara bırakalım. Bu çünkü bizim ülkemizde mümkün değil.
Merhum Süleyman Demirel, Turgut Özal, Bülent Ecevit dönemlerine bakalım, devletin imkanları hiç bu derece hoyratça kullanılmış mı? Onlarda devleti ülkemizi temsilen uluslararası seyahatlere gittiler, gittikleri ülkelerin üzerine uçakları, zırhlı araçları boca ettiler mi?
***
Çelik’in yazısında altını çizdiğim şu satırlar önemli, kolaycılığa kaçmıyor, yine İslam ülkelerinden örneklerle sorgulama yaptırıyor okuyucuya:
“Bir ülkede rüşvet alıp vermek, nefes alıp vermek kadar yaygınsa, eş dost akraba kayırmacılığı (nepotizm) özellikle devlette hep varsa, ambulansın peşine takılıp gidenlere pratik zekalı deniyorsa, tüccarın vatandaşı kazıklaması ticaretin cilvesi olarak kabul ediliyorsa, politikacıların vatandaşı aleni olarak kandırması politik dehâ olarak isimlendiriliyorsa, devlette işi bilenlerden çok, işini bilenler terfi ediyorsa, bir ülkede ekonominin büyük kısmı kayıt dışı ise, devlet yakaladığı dürüst esnaf, tüccar veya sanayicinin ümüğünü sıkıyorsa, devletin aldığı vergilerin çoğu doğrudan vergi değil de dolaylı vergi ise, yani vatandaşın günlük tüketimi tamamen vergi kapsamında, hesaplara takla attıran büyük kazanç sahipleri devede kulak vergi veriyorsa, şayet mali müşavir ve muhasebecilerin en iyileri patronuna en az vergi verdirenlerse, kara para aklama yaygınsa, avantacılığın adı komisyonculuksa orada da ahlâkın zerresi yoktur.”
Sözü bizim ülkemize hiç mi getirmiyor? Getiriyor elbette. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ülkemizi uçurumun kenarına nasıl getirdiğini, tek partili dönem istisna tutularak, hiçbir dönem Meclis’in bu derece etkisiz ve yetkisiz olmadığını, bütün yetkilerinin tek elde toplanmasının nasıl kamuyu ve toplumu yozlaştırdığını anlatıyor:
“Bir ülke düşünün ki, devlet başkanı her yıl Meclis’ten çıkan kanun maddelerinin neredeyse beş on katı Kanun Hükmünde Kararname yayınlıyor. Birini rektör yapmak için, ona mahsus kanun hükmünde kararname yayınlayıp o hazreti rektör atadıktan sonra yayınlanan kanun hükmünde kararname, ertesi gün başka bir kanun hükmünde kararname ile kaldırılabiliyor. Sonra başkalarının da bu usulle atanması gerekiyor, bir daha ilk kararnameye dönülüyor.
Bizim Meclisimiz de başkanlık sisteminden sonra tamamen işlevsiz hale gelmiştir. TBMM’nin faaliyetlerinin çoğu ne yazık ki, sembolik ve seremonyaldır. Bir ülkede şeffaflık, hesap verilebilirlik yoksa orada devlet de halk da gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış demektir.”
Bir ülke düşünün diyor Çelik, düşünmeye gerek yok, bu bizim ülkemiz. Söylediklerinde haksız mı? AK Partili milletvekillerinin bizatihi kendileri bu hükümet sisteminde kendilerini Züğürt Ağa gibi hissettiklerini söylemiyorlar mı?
Ülkemiz baştan aşağıya, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmadı mı? Şeffaflık olsaydı, denetim mekanizmaları çalıştırılsaydı sonuç böyle mi olurdu?
Çelik’in yazısında paylaştığı Sayıştay’ın 2022 yılı raporundaki şu bilgiler önemli:
“Sayıştay’ın 2022 raporuna göre 234 Kamu idaresi, bütçe hedef ve gerçekleşmeleri arasında oluşan sapmaların sebebini izah edememiştir. 131 Kurum kredi ve bağış gibi kaynaklarını gizlemiştir. 49 Kurum, bütçe ödeneklerinin başlangıç ve yıl sonu ödeneklerini ayrı ayrı göstermemiştir. 18 Kamu idaresi ödeneklerini doğru kaydetmemiştir. 19 İdarenin bütçesi gerçeği yansıtmıyor.”
Yerim olsaydı Çelik’in yazısını olduğu gibi paylaşırdım. Çünkü paylaşmaya değer kıymette bir yazı. Ben ilgimi çeken bölümleri sizlerle paylaştım. Siz mutlaka yazının tamamını okuyun.
Ve Çelik’in bir tespiti var ki 14-28 Mayıs seçimlerinin ortaya koyduğu sonuç da bunu doğruluyor. Hatta ülkemiz açısından en vahim olanı bu: “Bizim halkımızın da genel olarak yolsuzluk ve rüşvet pazarından rahatsız olmadığı anlaşılıyor. Rahatsız olanların da önemli bir kısmı, rüşvet ve yolsuzluk niye var diye şikayetçi değil, esas şikayet mevcut pastadan kendisinin niçin yeteri kadar yararlanamadığıdır.”