Didem Özel Tümer Yazdı: Bilgisiz fikir sahipleri!

0
1

Milliyet Yazarı, Didem Özel Tümer, bugünkü köşesinde Mehmet Akarca ile yaptığı röportajı paylaştı.

Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca ile yeni Adli Yıl açılışından hemen önce yaptığım röportajla Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılığı önerisi tartışmaya açıldı. Akarca, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte avukat, hâkim ve savcı temsilcilerinin katıldığı Adli Yıl açılış töreninde de aynı öneriyi daha da detaylandırarak yineledi. Akarca önerisini, “Sınıraşan suçlar ile organize ve terör suçlarıyla mücadelenin güçlendirilmesi” perspektifinden yaptı. Özellikle başta siber suçlar olmak üzere ekonomik suçlar, yasa dışı ticaret, insan kaçakçılığı, yapay zekanın suç işlemek için kullanılması, kripto para aracılığıyla kara para aklamak, yolsuzluk ve en önemlisi de uluslararası kaynaklardan desteklenen terörizmin sınır aşan boyutuna dikkat çekerek şunları söyledi:

“Türkiye, dünyada terör suçlarından dolayı en çok zarar gören ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye’nin sınır komşuları olan Irak ve Suriye’de yaşanan iç karışıklıklardan dolayı kendine uygun bir ortam bulan terör örgütleri (DEAŞ, İŞİD, PYD/YPG, PKK/KCK) ile bu örgütlerle paralel hareket eden ve ortak bir kaynaktan beslenen diğer örgütlerin “küresel terörizm” kapsamındaki faaliyetleri de Türkiye’yi tehdit etmektedir.

Son olarak, 160’a yakın ülkede örgütlenen ve Türkiye Cumhuriyeti’ne sızarak devleti içeriden çökertmeyi ve kırılgan hale getirmeyi hedefleyen FETÖ-PDY terör örgütünün 15 Temmuz 2016 tarihindeki hain darbe teşebbüsüne hedef olduk. Sınır ötesi suçlar ile organize ve terör suçlarıyla mücadele edebilmek için soruşturmaların tek elden, uzmanlaşmış Cumhuriyet savcıları ve gerekli teknik donanıma sahip adli kolluk personeli tarafından gecikmeksizin yürütülmesi gerekir. Yapılacak soruşturmalarda devletin ilgili kurumlarıyla iş birliği yapılması önemli olduğu gibi yabancı ülkelerin adli makamlarıyla da üst düzey bir koordinasyon ve adli yardım sağlanmalıdır.

Karşılaştırmalı hukukta genellikle ülke başsavcılığı sistemi mevcut olup özellikle Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi gereği adli makamlar arasındaki denkliğin de tesisi gerekir. Tüm bu ihtiyaçlara cevap verebilmek amacıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, “Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılığı” olarak yeniden yapılandırılmalıdır.”

Akarca aslında kendi öncüllerinin daha önce gündeme getirdiği bir öneriyi, bugünün koşullarıyla tekrar etti.

Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılığı ya da ülke başsavcılığını ilk ortaya atan isim Yargıtay üyesi Bülent Akmanlar.

Akmanlar, 28 Temmuz 1982’de yani 41 yıl önce, yine Milliyet Gazetesi’nde Düşünenlerin Düşünceleri sayfasında yayınlanan “Bir öneri: Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılığı” başlıklı makalesi ile konuyu gündeme getiriyor. Ondan yıllar sonra, 14 Nisan 2003’te, bundan tam 20 yıl önce, Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Cumhuriyet Gazetesi’nde “Terörizm Asla Uyumaz” başlıklı makalesiyle aynı öneriyi tekrarlıyor. Kanadoğlu da “Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılığı’nın anayasada bağımsız bir kuruluş olarak bir an önce düzenlenmesi terörle mücadelede eşgüdüm ve uyum sağlayacaktır” diyor. Kanadoğlu’nun o makalesinden öğreniyoruz ki, bir taslak da hazırlanarak Adalet Bakanlığı’na sunulmuş. Taslağın hazırlanmasına katkı veren hukukçular arasında da Prof. Dr. Uğur Alacakaptan, Prof. Dr. Süheyl Batum, Prof. Dr. Bahri Öztürk, Prof. Dr. Durmuş Tezcan, Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Prof. Dr. Feridun Yenisey, Doç. Dr. Ali Rıza Çınar, Doç. Dr. İbrahim Şahbaz’ı yine Kanadoğlu sıralıyor.

Bu kadar ayrıntıyı aktarmamın elbette bir nedeni var ve bu öneriyi savunmak değil. Meseleyi doğrusu yanlışıyla, eksiğiyle fazlasıyla, sakıncası, riskiyle tartışması gerekenler elbette en başta yargının tüm bileşenleri. Ayrıntı verme nedenim bazı medya organlarının, röportaj yayınlanır yayınlanmaz sırf kara çalmak için, “asıl derdin cumhuriyet değerleri olduğu” ya da “hükümetin yargıya dönük yeni emelleri” gibi kışkırtıcı ifadelerle tartışmayı çala kalem sulandırma girişimleri. İleri sürdüğünüz saiklerle, en evvel cumhuriyetin tüm değerlerinin savunucusu ve koruyucusu olarak nam salan Sabih Kanadoğlu’nun kemiklerini sızlatırsınız.

Deyr Ez Zor’da olup bitene dair

Suriye’nin Deyr Ez Zor bölgesinde PKK/YPG- SDG ile bazı Arap aşiretleri arasında temmuz ayından bu yana çatışma yaşanıyor. Bir ara ABD öncülüğündeki DEAŞ ile Mücadele Uluslararası Koalisyonu (DMUK)taraflar arasında sükûnet sağladı ama Deyr ez Zor Askeri Meclis Komutanı Abu Havle kod adlı Ahmet El Hubeyl, örgüt yöneticisi Mazlum Abdi kod adlı Ferhat Abdi Şahin tarafından 27 Ağustos’ta Haseke’ye çağrıldıktan sonra tutuklanınca çatışma tekrar ve şiddetle tekrar başladı. Dışişleri Bakanlığı’nın çatışmaları “yakından ve kaygıyla” takip ettiğini açıklaması, aslında olan bitene daha yakından bakmamız gerektiği konusunda bir işaret fişeği. Baggara ve Ageydat aşiretlerinin öncülüğündeki gruplar ile terör örgütü PKK/YPG-SDG arasındaki çatışmalarda gelen bilgilere göre iki taraftan da çok sayıda kişi hayatını kaybetti.

Güvenlik kaynaklarına göre, olaylar sırasında ABD’nin koruyucu tavrı PKK/YPG- SDG’yi cesaretlendirdi ve Arap aşiretlerin nezdinde de bu durum ciddi tepkiye neden oldu. Sözde DEAŞ ile savaşmak için silahlandırılan örgütün ne Suriyeli Kürtlerin ne de Arapların haklarını temsil etmediğini biliyoruz. Son olaylar da, DEAŞ ile mücadelede etkin bir aktör olduğunu iddia edenlerin bir kez daha yanıldığını kanıtlıyor. Güvenlik kaynakları, örgütün “Halkların kardeşliği” söylemini dilinden düşürmediğini hatırlatarak, “Yaşanan son olaylar PKK/YPG-SDG’nin Suriyeli Kürtlerin ve Arapların haklarını temsil etmediğini, örgütün her durumda terör örgütü refleksine dönerek halka zulmeden bir yapıya nasıl da kolay şekilde dönüştüğünü yeniden gözler önüne seriyor” yorumunu yaptı.

Reklam Alanı