Dervişoğlu: Hatası Konuşmak Değil, Geç Kalmak!

0
2

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, TÜSİAD ile iktidar arasında tartışma yaratan açıklamalara ilişkin olarak, “TÜSİAD bunları söyleme hakkına sahiptir. Bence sorun bunları söylemek için çok geç kalmalarıdır. Kısa dönemli karlılıkları için uzun dönemli demokratik ve sosyal düzenin yıkılıp tarumar olmasını oturup beklemeleridir. Tek tek bir avuç insanın zenginliği, refah ve güvenliği değil, toplumun genel refah, güvenlik ve zenginliği, yani mutluluğu dikta rejiminden mi geçer diye sormak lazım. TÜSİAD’ın hatası konuşmak değil, geç kalmaktır. Umuyorum ki cesaretle dile getirdikleri doğruların, cesaretle arkasında da dururlar” dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, bugün TBMM’de partisinin grup toplantısında konuştu. Dervişoğlu, şunları kaydetti:

“Gün geçmiyor ki yeni bir soruşturma başlatılmasın yeni tutuklamalar yaşanmasın. Gün geçmiyor ki Türk milletinin başına atanan kayyım ve onun istibdat rejimi, böl-parçala-yönet siyasetini uygularken, yeni iddia makamları ve medyasıyla, yeni suç isnatları, yeni suç uydurmalar ve yeni suçlular ilan etmesin. Eski defterlerden yeni teröristler, bazen de ‘yeni paradigmalar’ eliyle eski teröristlerden yeni yarenler yaratılmasın. Türk milleti iyi bil ve emin ol ki, aslında susturulan sensin. Senin dertlerin, acıların, yokluğun, yoksunluğun ve isyanlarındır susturulan. Ve susmanın nafile olduğunun bütün emareleri de apaçık gözler önündedir. Susarak daha da dibe çekilmek, daha da yaşanmaz hale gelen bir düzene mahkum zorlanmaktasın. Çünkü gerçek tablo şudur: Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne göre Türkiye, 142 ülke arasında 117’nci sırada yer almaktadır. Rakiplerimiz Honduras, Kongo, Gabon, Mali, Nijer’dir. Bu, ediğinden zehirlendiğinde, içtiğinden öldüğünde hesap sorulacak kimse olmaması demektir.

Sorumlular ve onları denetlemesi gerekenler kendi gemilerini yüzdürmek dışında hiçbir kural ve kaide tanımıyor

Otele gittin yandın… Adamını bulup denetim raporunu iç edenler, yangın merdivenini ve alarmını ‘maliyetli’ diye yaptırmayanlar taammüden seni öldürdükleriyle kalacaktır demektir. Deprem oldu, bina öldürdü… Kolonları kesenler, 7 yerine 17 kat dikenler, demirden, betondan çalanlar, çaldığıyla kalacak demektir. Nitekim 6 Şubat depreminde yıkılan binaların müteahhitlerin bu sahte gündem fırtınasında, tek tek salıverilmeleri de bundandır. Sınava girdin, mülakatta elediler. Dükkan açtın mafyalar, çeteler çöktü. Madende işçisin, madenin denetimsizlikten çöktü. Çayırhan’da işçisin, madenine çöktüler, sanayide işçisin, zam vermediler, sendikalısın diye gözaltına aldılar, Bir de üstüne emeğinin hakkını aradın diye sana ‘bir yevmiyelik adamsın’ dediler, yetmedi tutuklama kararı verdirdiler. Emeklisin, 35 sene çalıştın, emekli oldun. 35 yıllık alın terini iç ettiler,  yani senden 35 sene kestiklerini, sana geri ödemek yerine sadaka bağladılar, seni fitre listesine alıp, bir de sana hakaret ettiler. Kısaca, hukukun üstünlüğü yoksa zalimlerin üstünlüğü var demektir. Sorumlular asla hesap vermeyecek demektir. Suçlular, ceza görmeyecek demektir. Çünkü sorumlular ve onları denetlemesi gerekenler aynı kaptan su içiyor, ganimeti bölüşmek, kendi gemilerini yüzdürmek dışında hiçbir kural ve kaide tanımıyorlar demektir.

Güya GATA’yı yeniden açacaklarmış. Ne yapalım şimdi yaptığınız hatayı düzelteceksiniz diye sizi alkışlayalım mı yani?

Peki başka ne demektir? İzlediğin televizyona ceza verecekler, okuduğun gazeteyi kapatacaklar demektir. Olmaz ya yine demokrasi şampiyonu saray rejiminde, oy verdin, belediye başkanı seçtin, içeri atacaklar demektir. Senin verdiğin oyu çöpe atacaklar, senin fikrine, düşüncene hakaret edecekler, yerine de bir kararname ile atanmış memurları başına kayyım koyacaklar demektir. Siyasetçiler tutuklanacak, gazeteciler hapse tıkılacak, tweet atanlar gün doğumunda gözaltına alınacak demektir. Herkesçe terörist bilinenler muhatap alınıp, barış güvercinliğine terfi ederken sen tutuklanacaksın, siyasetin yasaklanacak, terörist ilan edileceksin demektir. Çünkü bugün iktidarın uçan mürekkeple yazılmış sözlüğünde terörist demek, istibdat ve saray rejimine karşı olmak demektir. Hatta ve hatta, bu pervasızlık, bu yasa tanımazlık içinde, hatta yasa bilmezlik içinde devleti yönetenler, teröristbaşıyla masa kuracak, ona emeklilik planları yapacak, ondan medet umacak kadar düşecekler ve buna karşı, olmaz böyle delirmişlik diyenleri ise utanmadan, sıkılmadan ‘terörist’ ilan edebilecekler, azmettirme özgürlüğü ile taşeronlarına tehdit ettirecekler demektir. Yani şehidinin bile kanı yerde kalacak; kolunu, bacağını, gözünü bu toprağa feda eden gazini bile kimse umursamayacak demektir.

Hukukla sınırlama olmayınca ahlak, izan, tarihi ve milli şuur da ortadan kalkacak, Gencecik teğmenleri ‘Mustafa Kemal’in askeriyiz’ dediler; ‘Sarayın muhafızı değil, Türk’ün askeriyiz’ dedikleri için, Türk vatanı ve Türk milletini korumak üzerine yemin ettiler diye ordudan atabilecekler demektir. Fetö’yü bahane ederek 160 senelik Kuleli’yi, 120 senelik GATA’yı, askeri hastaneleri kapatabilecekler, ordumuzu askerimizi bundan bile mahrum bırakabilecekler demektir. Bu konuda İYİ Parti olarak yürüttüğümüz tüm girişimlere kulaklarını kapayıp şimdi de ‘parlak bir fikrimiz var diye’ arsızca ortaya düşebilecekler demektir. Güya GATA’yı yeniden açacaklarmış. Ne yapalım şimdi yaptığınız hatayı düzelteceksiniz diye sizi alkışlayalım mı yani?

Darbe korkusu, darbeci zihniyete yatkın olanların aynaya baktığında gördükleridir, korktukları kendi suretleridir

AKP Genel Başkanı’nın bitmeyen hasleti kendisi için aykırı bir ses duyduğunda, kendisi ve politikaları eleştirildiğinde onun tarafında bulunmadığınızı söylediğinizde ‘amanın darbeciler’ hezeyanına kapılmasıdır. Bu yüzdendir ki gazete ve televizyonlarını, eli çubuklu saray çığırtkanlarıyla, sosyal medyayı ve interneti ise, kraldan çok kralcı propaganda memurlarıyla doldurmuştur. İstiyor ki hepimiz onun gibi düşünelim, herkes hep onu desteklesin. Milletimizin her bir ferdine dayattığı şey, ‘bizden değilsen vatan hainisin, darbecisin, dış güçlerin maşasısın sopasıdır.’ Başına oturduğu Türk devletinin ne olduğundan, yetki aldıkları Türk milletinin kim olduğundan habersizdirler. Hangi çılgın bize zincir vurmuştur ki bu gafiller zincir vuracak, sopayla susturacak, havuçla terbiye edecektir?

Erdoğan ve dalkavuklarının bu hezeyanları, patolojik bir ruh hali ile yaptıkları siyasetin acı bir göstergesidir. Ne yazık ki gün geçtikçe de tedavi edilmesi imkansız bir hastalığa dönüşmektedir. 23 yıldır tam yetki ile Meclis çoğunluğu ile iktidarda bulunan Erdoğan’ın muhalif her açıklamaya ve aykırı seslere sürekli ‘kendisine darbe yapılacak’ korkusu ile yaklaşması; görev süresi boyunca demokratik, şeffaf, adil bir şekilde işleyen iktidar düzeni kuramadığının ve kurmaya da niyeti olmadığının göstergesidir. Çünkü darbe korkusu, darbeci zihniyete yatkın olanların aynaya baktığında gördükleridir, korktukları kendi suretleridir. Genç teğmenler bir yemin eder, darbe korkusu sarar. Sanatçılar açıklama yapar, darbe korkusu sarar. Depremzede vatandaş, ‘Nerede bu devlet’ der, darbe korkusu sarar. Futbol maçlarında taraftar, teröristbaşına ve teröre lanet okur, bunları darbe korkusu sarar. 12 senelik Gezi olaylarından darbe senaryosu çıkartırlar. Bunu uydurtacak marifetli adamları da Bakan yapar.

TÜSİAD’ın hatası konuşmak değil, geç kalmaktır

TÜSİAD açıklama yapar, darbeden, vesayetten bahsederler. Bakalım, ne demiş TÜSİAD? ‘Hukukun üstünlüğünün yok edilmesi yatırım ortamını olumsuz etkiliyor. Enflasyonla mücadelede tüm kesimlerle toplumsal mutabakat sağlanmalıdır. Merkez Bankası’nın bağımsızlığından taviz verilmemelidir. Kamu harcamalarının verimsiz kullanımı ve kayıt dışı istihdam bütçe açıklarını artırıyor ve gelir adaletini bozuyor’ diyor. Hangisi yanlış? Burada yanlış yok, aksine söylenecek daha çok şey vardır. Peki TÜSİAD bunları demek hakkına sahip mi? Tüzüğünde, ‘Rekabetçi piyasa ekonomisi, sürdürülebilir kalkınma ve katılımcı demokrasi anlayışının benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına katkı sağlamayı amaçlar’ diyor. Bu tüzük, resmi kayıtlarda yer alıp, ilgili makamların denetiminden geçtiğine göre, TÜSİAD bunları söyleme hakkına sahiptir. Bence sorun bunları söylemek için çok geç kalmalarıdır. Kısa dönemli karlılıkları için uzun dönemli demokratik ve sosyal düzenin yıkılıp tarumar olmasını oturup beklemeleridir. Tek tek bir avuç insanın zenginliği, refah ve güvenliği değil, toplumun genel refah, güvenlik ve zenginliği, yani mutluluğu dikta rejiminden mi geçer diye sormak lazım. 85 kişinin değil, 85 milyonun zenginliği ihale, imar, inşaat, rant düzeninden mi geçer, yoksa girişim, mülkiyet ve ticaretin özgürce yapılması ve hukukla korunmasından mı? Hukuk olmayan yerde zenginlik, ekmek olmaz. Zengin-fakir demeden, Türkiye’nin sokaklarında, bankalarında ya da borsalarında güven varsa o ülke büyür ve zenginleşir. Aksi halde ne zengin zengin kalabilir, ne de mutlu mutlu kalabilir. TÜSİAD’ın hatası konuşmak değil, geç kalmaktır. Umuyorum ki cesaretle dile getirdikleri doğruların, cesaretle arkasında da dururlar.”

“Ülkemiz 2024 yılı Yolsuzluk Algı Endeksi sonuçlarına göre 180 ülke arasında 107. sıradadır. Başka bir ifade ile ülkemiz, yolsuzluk, rüşvet, kamu harcamaları ve ihalelerde, şeffaflık ve kamu harcamalarına yargısal denetimde, yine kabile devletleriyle ve muz cumhuriyetleriyle averaj mücadelesindedir. Yolsuzluğu artık devlet yönetmenin bir aracı haline getiren iktidar, 20 yıl önce imzaladığı Yolsuzluğa Karşı Hukuk Sözleşmesini, Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi’nin öngördüğü mevzuat düzenlemelerini, bilerek ve isteyerek hayata geçirmemektedir. Bunun neticesinde de AKP’nin iktidar döneminde, yolsuzluk ve rüşvet her geçen yıl artmış, artık sıradanlaşmış, içselleştirilmiştir. Geldiğimiz noktada, iş yapan, devlete vergi vermek yerine, bürokrata rüşvet vermeyi tercih ediyorsa, burada devleti yönetiyor görünenler, devleti değil, kendi işletmelerini yönetiyor demektir. Devlet ve ülke, onların şirket sermayesi haline getirilmiş demektir. Unutulmasın, yolsuzluk, yoksullukla kardeştir. Birinin olduğu yerde diğeri kaçınılmazdır. Çünkü yolsuzlukla edinilmiş zenginlik, yoksullaştırılmış milletin emeğidir, alın teridir, malıdır, hakkıdır. Yolsuzluğun en büyük kanıtlarından biri de ödenmeyen, kaçırılan vergilerdir. Çok kazanandan hiç, az kazanandan da çok vergi alınmasıdır. Bu yüzdendir ki, Türkiye’de vergi cehenneminde yaşıyoruz. Dürüst vatandaş için bir cehennemdir yaşadıklarımız. Çalışıp neredeyse tüm sistemin yükünü çeken, orta sınıf, mavi ve beyaz yakalı için bir cehennemdir. Bu cehennem, namussuzlar içinse bir rant cennetidir. Eğer milletin malında gözün, Sarayda da tanıdığın varsa, imarsız gökdelen dik, çaldığını paylaşacaksan, arazi yağmala, orman yak, otel dik. Türkiye’den, Türk insanından aldıklarını yani milyarlarca doları, ismi meçhul ada ülkelerine aktar. Bahsettiğim şey şudur değerli arkadaşlar, bugünkü yoksulluk ve sefalet ekonomisinin baş mimarlarından ‘Duyunu Umumiye Tahsildarı Mehmet’, geçtiğimiz hafta vergi kaçaklarına karşı sahaya indiklerini belirterek, esnaflarımızı üstü kapalı tehdit etmiştir. Gücü sadece emekliye, ücretliye, memura,  çarşı pazar esnafına yeten Tahsildar Mehmet; İlk geldiği zaman ağzına birkaç kez aldığı ‘Tasarruf tedbirlerini, kamuda harcama kısıtlamasını’ çoktan unutmuştur. Sarayın sınır tanımayan harcamalarına ses çıkaramayan bu zat, bir şeyi ise asla unutmamaktadır: O da her ne olursa olsun vatandaşımızın delik cebine ve ekmek parasına, fatura parasına, muayene parasına, kefen parasına göz dikmek. Bunu hiç unutmamıştır.

Ücretlilerin ve küçük esnafın vergi yükü bununla bitiyor mu, bitmiyor

Esnaf kardeşlerimizi dolaylı olarak vergi kaçırmakla suçlayan Şimşek, hedef şaşırtarak gerçek vergi kaçıranları gündemden düşürmeye çalışmaktadır. Yoksa, vergi tahsilatına ilişkin ayrıntıları bilmemesi mümkün değildir. Şimdi bakalım vergi yükü kimin üzerineymiş? Bakınca kolayca görülmektedir ki, 2024’de gelir ve kazanç üzerinden alınan dolaysız vergiler yaklaşık 2,5 trilyondur! Söz konusu tutarın 1,5 trilyonu, toplamın üçte ikisi, gelir vergisidir. Sadece 890 milyar lirası, yani üçte biri ise, şirket ve holdinglerden, bankalardan tahsil edilen Kurumlar Vergisidir.  Ayrıca 2024 yılında tahsil edilen 1,5 trilyonluk liralık gelir vergisinin neredeyse tamamı işçi, memur, ücretlilerden kesilmiştir. Geçen yıla göre, bu insanlardan kesilen miktar yüzde 100 artmışken, kurumlardan alınanlar geçen yıla göre sadece yüzde 10 artmıştır. Devletin resmi enflasyonu bile yüzde 40’ın üstündeyken bu yüzde 10 gerçekten gülünecek bir durumu ortaya koyuyor. Bu rakamlar, dolaysız vergilerdeki tüm yükün Gelir Vergisi üzerinde olduğunu, Gelir Vergisi içinde de tüm yükün, ücretlerden, doğrudan maaş bordroları üzerinden yapılan gelir vergisinde olduğunu göstermektedir. Ücretlilerin ve küçük esnafın vergi yükü bununla bitiyor mu, bitmiyor. ÖTV’si, KDV’si, otomobili, bilgisayarı, cep telefonu, interneti ve daha niceleri vergi cehenneminin odunlarıdır.

20 yılın en büyük meblağlı vergi kaçırılmasına göz yuman Saraydaki kayyumdur, Recep Tayyip Erdoğan’dır

Rakamlarla ortaya çıkan tablo bu halde iken, Tahsildar Mehmet Bey, Mahalle arası esnafın kasasına geçerek, hasılat denetimi yaparak, vergide adaletsizliği gidereceğini söylemektedir. Gücü yine bazı günler siftah yapamayan işletmesini zar zor ayakta tutmaya çalışan esnafa yetmektedir. Londra faiz lobilerinin danışmanlığını, Türk Hazinesinden daha çok düşünen zata söylüyorum: Susuz göllerde balık avlamaya çalışmanıza gerek yoktur. Vatandaşın size verecek bir şeyi kalmamıştır. Siz devletin kasasında Saray tarafından açılan deliği kapatmadığınız sürece ne yapsanız boştur. Eğer, vergi kaçıran-vergi kaçırılmasına göz yuman bir kişi arıyorsanız; milletin kürsüsünden ihbar ediyorum: Son 20 yılın en büyük meblağlı vergi kaçırılmasına göz yuman Saraydaki kayyumdur, Recep Tayyip Erdoğan’dır. O kadar rahat ediyor ki hiç bir şeyi takip etmiyoruz sanıyorlar. Nasıl olduğunu söyleyeyim: Kurumlar Vergisi Kanunu’na göre, Vergi cenneti sayılan yerlere para aktarıldığı zaman yüzde 30 oranında stopaj yani kesinti yapılır. Ancak sorun şu ki; vergi cennetlerinin hangi yerlerden oluştuğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan ilan ederek yayınlarsa öğrenebiliyoruz. O ilan edecek yayınlayacak ve bizde oraların nereler olduğunu öğrenebileceğiz. Yani Cumhurbaşkanı bu yerleri ilan edecek, biz de öğrenecek ve buraya para gönderilmesi durumunda devletimiz yüzde 30 stopaj yaparak, hazineye gelir oluşturacaktır. Aksi durumda stopaj yapılamayacaktır. Yani, adını bile bilmediğimiz 300-500 kişinin yaşadığı adalara bir takım büyük kurumlar, ödeme diye yüksek meblağlı havale yapmaktadır. Ancak hazineye bunlardan yapılacak kesinti ulaşamamaktadır? Çünkü Cumhurbaşkanı yasaya rağmen neredeyse 20 yıldır bahse konu listeyi yayınlamamaktadır. Yani Cumhurbaşkanlığı makamında oturan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, bilerek – isteyerek, hazineyi milyarlarca lira gelirden mahrum bırakmaktadır. Uygulanmayan bir yasa maddesi, milletin vazgeçilen milyarlarca lirası, kayrılan ve kollanan ise rant sermayesidir.

Bu utanç tablosunun sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan’dır

Ekonomideki yangın bununla sınırlı değildir. Rakamları istedikleri gibi eğip bükseler de vatandaşımızın her gün yaşadığı gerçeklik ayan beyan ortada durmaktadır. Ekonominin gerçek göstergesi; vatandaşlarımızın yaşadıklarıdır. Bakınız, geçtiğimiz günlerde, ülkemizin Başkenti Ankara’mızda yıllardır bakkallık yapan esnafımız Altındağ İlçesi’nde bakkallık yapan Vasfiye Dağıstan bakın neler söylemiştir: ‘Bir adet bebek bezini 7,5 liraya satıyorum. Paket alabilen kimse yok. Bir paket bezi alıyorum, tek tek veriyorum. Para varsa veriyorlar, yoksa yine veriyorum. Ne yapacağız? Buradaki bazı fakir, gariban insanlar geliyor, sadece 2 tane haşlanmış yumurta alıyor. İnsanlara acıyorum.’. Olayın vahametini görebiliyor musunuz? Ülkenin başkentinde bir ana, bir baba evladına paketle bebek bezi alamıyor; ekonomik gücü tane ile bebek bezi almaya yetebilmektedir. Bu utanç tablosunun sorumlusu ne milletimizdir, ne ülkemizin imkansızlıklarıdır. Bu utanç tablosunun sorumlusu, bakıp da görmeyen bakanlar ve onların yetki ve ita amiri Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bütün sorumluluk ondadır. Ülkeyi Cumhurbaşkanı olarak değil, AKP Genel Başkanı olarak yöneten Erdoğan. Yine geçtiğimiz günlerde, dünya devi bir firmanın, ‘Türkiye’de ekonomik ve siyasi belirsizlik var’ diyerek İzmir’deki Ar-Ge merkezini kapatmıştır. Onlarca kaliteli mühendisimiz işsiz kalmıştır. Bir diğer gerçek gösterge, felaket göstergesi, sağlık sisteminin iflası neticesinde hastanede ameliyat masasında hasta ile hastane muhasebesi arasında stent pazarlığıdır. ‘Ucuzu mu olsun? Pahalısı mı olsun’ diye. Bebeklerin canı üzerinden sehem kurulabilen sağlık sisteminde, anjiyo masasında stent pazarlığı yapılmasına da şaşmamak gerekir. Zebaniye dönüşen bir sağlık anlayışıdır bu.

Ülkemizin imkanları da boldur, yeterli kaynağı da vardır

Ekonomide bir başka gerçek gösterge; yatağa aç giren, okula aç giden çocuklardır. Pazarda kalan sebze ve meyveyi utana sıkıla toplayan emeklilerdir. Çünkü gerçek gösterge; Türk hayvancılığının, Türk tarımının, Türk tohumunun yok edilmesidir. AKP iktidarına kadar, dünyanın en büyük bakliyat üreticisi ve ihracatçısı olan bir ülkenin, 2024 yılında yaklaşık 1 milyar dolar para ödeyerek 1 milyon 350 bin ton bakliyat ithal etmesidir. Bu skandal bile saray rejiminin ilerde nasıl anılacağına temel olacaktır. Ezcümle, Türkiye, kaynağı olmayan imkanları kısıtlı bir ülke değildir. Ülkemizin imkanları da boldur, yeterli kaynağı da vardır. Sorun, bu muhteşem potansiyelin; gözünü makam ve para hırsı bürümüş, sadece kendisinin ve partisinin çıkarını düşünen, liyakatsiz, vizyonsuz ve görgüsüz ellerde heba edilmesidir. Sorun, milletin derdi ile dertlenmeyen, dolar sevgisini vatan sevgisine tercih edenlerin icra makamlarını işgal etmesidir. Sorun, suyun kaynağının başında olanların, suyun akışını sürekli kendi tarlalarına çevirerek, vatandaşın tarlasını kuraklaştırması, susuz bırakmasıdır.

Milletimizin çektiği sefaletin tek sebebi Saray Başı Erdoğan ve dalkavuklarıdır

Ehil yöneticilerin elinde şaha kalkacak olan bu güzelim ülke; ‘Kral çıplak’ diyemeyen liyakatsiz kadroların elinde yerlerde sürünmektedir. Ekonomiden sağlığa, eğitimden bürokrasiye hemen her alanda devleti kötü yöneten bu zihniyet, her seferinde kötü yönetimin faturasını milletimize keserken asla utanmamakta; sıra kötü yönetimin mimarları olarak kendilerinin konuşulmasına geldiğinde ise, konuşmaya cesareti olan herkesi, ‘hain-darbeci-vesayetçi’ diye yaftalamaktan çekinmemektedirler. Buradan bir kez daha söylüyoruz; Bugün milletimizin çektiği sefaletin, içine düştüğü yoksulluğun sebebi kader, dış şartlar, dünyada yaşanan gelişmeler falan değildir. Bunun tek sebebi Saray Başı Erdoğan ve onun saraydan çıkınca, balkabağına dönüşen dalkavuklarıdır.

Teröristlerle kucaklaşmaktan, milletin dertlerini dinlemeye zaman bulamıyorlar

Tüm bu olanlar, yaşananlar OHAL bağımlısı ve istibdat düşkünü bir iktidar döneminde yaşanmaktadır. Halkına savaş açanlardan barış, istibdatta dünya lideri olanlardan demokrasi, çiğnemedik yasa bırakmayanlardan hak-hukuk gelmez. Yolsuzluktan başlarını kaldıramıyorlar, muhalefete yolsuzluk operasyonları düzenlerken, sabah 5’de mesai yapıyorlar. Teröristlerle kucaklaşmaktan, milletin dertlerini dinlemeye zaman bulamıyorlar. Ama işine gelmeyenlere terör soruşturması dosyası hazırlamak için bir konuşmanın bitmesini dahi beklemiyorlar. Bir kayyım olayının daha dumanı üstündeyken, yeni bir kayyım atıyorlar. Bunları yapanlar Saray ve etrafında kümelenmiş kadrolu dalkavuklardır. Altını çizerek söylüyorum: Türk yargısına tahakküm kurmuş bir avuç saray kadısıdır. Ve gerçek Türk yargısı, gerçek Cumhuriyet yargısı, hiçbir kuşkuya yer yoktur ki, bu başıbozukları da bu istibdat ve olağanüstü hal hukukunu da paramparça edecektir. Ben, buna sadece inanmıyorum. Ben bunu biliyorum. Ankara’da hakimler vardır, ve onlar yalnızca Türk milleti adına karar verebilecekleri gerçek Türkiye Cumhuriyeti’ni beklemektedirler. Buradan hepsine buradan selam olsun.

Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği olan herkesi birleştireceğiz

Unutulmasın; haksızlık, hukuksuzluk sağcı-solcu ayırmıyor. Alevi-Sünni ayırmıyor. Laik-seküler ayırmıyor. Türkmen-Kürt ayırmıyor. Zengin-fakir ayırmıyor. İstibdat her dilde aynı anlama geliyor. Yani aslına bakarsanız kayyum birimizin birilerinin başında değildir, hepimizin başındadır. Çünkü aslına bakarsanız kayyım devletin başındadır. Bugün bu yüzden en büyük sorunumuzun adı budur: Türk vatandaşı olabilmek, Cumhuriyet Yurttaşı kalabilmek. Cumhuriyeti muhafaza ve müdafaa etmektir en büyük sorunumuz. Konuşmamız gereken ortak dil adalettir. Ortak fikir hürriyettir.Yapmamız gereken iş ise tektir ve bellidir: O da Cumhuriyettir. Boş yere söylemiyorum. Bu ülkenin kurtuluşu birlikten geçer. Cumhuriyet’in değerlerini içselleştirmiş ve onun faziletine inanmış hemen herkesi, sağcıyla, solcuyu, Türkmen ile Kürdü, Aleviyle Sünniyi, sevdası Türkiye, kaygısı Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği olan herkesi birleştireceğiz. Siyasi misyonumuz da milletimize borcumuz da budur.

Kuzey Irak’taki aşiret yapılanmasından, sözde çözüm süreci ile ilgili icazet almaktadırlar

Asıl konuşulması gerekenleri konuştuktan sonra sıra, arka plandaki ihanet ilişkilerine, entrikalara İmralı postacılarına ve kadim işgalci zihniyet ile onların işbirlikçilerine geldi. Tekrarlamaktan bıkmayacağımı söylemiştim. Adını, Büyük Türkiye koydukları özünde ise Türkiye’nin kuşatılarak küçültülmesi olan büyük bir kalkışmanın muhataplarıyız. Birilerinin verdiği fotoğrafları, görüşmeleri, diyalogları da bu kalkışmanın farklı mevzi ve cepheleri olarak görüyoruz. Tarihsel örtüşmelerin ve sürekliliklerin de 100 yıl sonra dahi geçerli olması bu tespitimizi haklı kılmaktadır. Milli Mücadele döneminde, milli varlığa düşman cemiyetler, bir asır sonra, farklı kisveler ama aynı amaç ve düşüncelerle bir aradadırlar. Bu anlamda, haftalardır Kuzey Irak’taki aşiret yapılanmasından, sözde çözüm süreci ile ilgili olarak danışmanlık hizmeti ve icazet almaktadırlar. Anlaşılmaktadır ki; Beştepe-Balgat, İmralı-Kandil hattında, Erbil de duraklar arasına dahil olmuştur. Bu durağın anlamı ve muhatapları için önemi, yine bizim milletimize anlattığımız üzere, önce Suriye’de, yeni bir bölgesel yönetim modeli, sonra da bu modellerin, Misakımilli kılıfıyla Türkiye’ye zerk edilmesidir. Emperyalist pazarlama tekniklerinin en büyük mahareti budur. Çok değil, 1980’lerde Saddama silah satıp İran’a ve Sonra Kuveyt’e ‘Sen büyüyeceksin’ diye saldırtanlar, 10 sene içinde Irak’ı bölüp, bugünkü durumu ortaya çıkartanlar, bugün Türkiye’deki saray iktidarına da aynı vazifeyi uygulatmaktadırlar.

İç ihanet şebekesinin yeni üyelerini görüyoruz bugün

İsrail’in Trump dönemi ile birlikte Gazze’yi tamamen ilhaka hazırlandığı, Şam’a bir havan topu mesafesinde karakollar inşa ettiği, Suriye’de yönetime getirilen yapılarınsa, İsrail’in bu ilerleyişine gıkını bile çıkarmadığı bir ortam vardır. Ve aynı ortamda, Suriye’de, ancak bir düşman unsura uygulanacak bir gümrük tarifesi, Türkiye’den gelen tırlarına uygulanmaktadır. O halde güneyimizde bir dost ya da müttefik değil, aslına bakarsanız İsrail vardır. 25-30 yıldır farklı zamanlarda, aynı doğrultuda vazgeçmeksizin uygulanan Büyük Ortadoğu Projesinin, özellikle de İsrail’e bağırma yarışı içerisinde olanlarca yüklenilmesi de bunu göstermektedir. Bu arada iktidardakiler ise her fitneyi nimet gibi pazarlamak konusundaki tüm maharetlerini, Türkiye için bu cehennem şartlarının bir fırsat olduğunu anlatmak için sergilemektedir. Adını koymaktan halen çekindikleri, kalkışmalarının bu son hamlesine kılıf bulmakta zorlandıkları için, entrika düzeyinde yürüttükleri planları çerçevesinde, Terörist başı ile müzakere yürütmektedirler. Şimdi bu ihanet müzakereleri genişlemektedir. Gafletin iç cephesi büyütülmektedir. Türklüğe, Cumhuriyete ve Atatürk’e düşman, vatan bildikleri bu topraklar için, her tehditte yekvücut olmasına düşman olanlar, 100 yılın düşmanlıklarıyla, karanlık ufuklarda toplanmaktadır. Kimdir bunlar? Kürt Teali Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti, İtilaf fırkası… Hepsinin mahdumları yine ellerine tutuşturulan senaryodan kendilerine rol beğenmiş, vatanımızdan vatan, bayrağımızdan bayrak istemektedirler. Federasyoncular, self-determinasyoncular, isyancı, cumhuriyet düşmanlarının torunları, Hizbullah artıkları, çözüm sürecinin eski akıl daneleri, iç ihanet şebekesinin yeni üyelerini görüyoruz bugün. Bunların hepsinin cumhur ittifakı koalisyonu altında toplanması da tesadüf değil tevafuk, hatta kaderdir Kader.

Hepiniz bir, biz ise tekiz, hodri meydan

Ne diyordu asrın lideri, ‘Ne yazık ki kadere bak! Kadere bak, kimler kimlerle beraber yan yana geliyor? Kadere bak! Kadere Bak! AAh ah! Nereden nereye Türkiye! Ne oldum deme, ne olacağım de’. Hep bunlar imtihan Sayın Erdoğan. 100 yıl sonra hepiniz İtilaf Cephesi’nde yeniden toplandınız! Kadere bak kadere. Ben de diyorum ki: Bir taraftan, saray kadıları, bir taraftan Beştepe, bir taraftan Balgat, bir taraftan İsrail, bir taraftan Barzani, bir taraftan Colani, bir taraftan bölücüler, bir taraftan Vahabiler, bir taraftan İmralı, bir taraftan HÜDAPAR, bir taraftan DEM, Hizbullah-PYD-YPG-PKK-Kandil-PJAK… Topunuz gelin, topunuz gelin, topunuz gelin, buradayız, Cumhuriyet gibi dimdik ayaktayız. Hepiniz bir, biz ise tekiz. Mustafa Kemal’in askerleriyiz!”

Dervişoğlu’nun bu sözlerinin ardından toplantı salonunda Mülkiye Marşı (Vatan Marşı) çalındı, marşa Dervişoğlu ve milletvekileri alkışlarla eşlik etti.

Müsavat Dervişoğlu, konuşmasını ”Bizim iktidar ve onun piyon düzeyindeki çöplerine söyleyeceğimiz şudur: Sözlerimiz milli şuur yoksunlarınadır. 100 yıl önce aldığınız cevabı, 100 yıl sonra da almak istiyorsanız, asla unutmayın; 100 yıl önce ne yapıldıysa, 100 yıl sonra da o aynısı yapılacaktır. Türkiye’yi Türksüzleştirmeye çalışanlara, Türk vatanını bölmeye çalışanlara ve Cumhuriyet düşmanlarına ne yapıldıysa bu ülkenin Kuvayımilliye ruhu her an cisme ve bedene bürünmeye hazırdır ve ayaktadır. Elinizden geleni ardınıza koymayın. İşte biz buradayız. Türk milletinin yanında ve onun kalbindeyiz. Hepiniz bir, biz ise tekiz, hodri meydan” diye tamamladı.

Reklam Alanı