Dervişoğlu: Aldıkları oya ihanet edenlerin yeri, demokrasiye ihanet edenlerin yanıdır!

0
2

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, “Vatandaştan tasarruf bekleyen bir iktidar, önce kendisi tasarruf etmeli, gereksiz tüm harcamalarından vazgeçmelidir. Bu iktidar önce, şatafata itibar demekten vazgeçmelidir. Deprem oldu, vatandaştan İBAN isteyeceklerine, vatandaşa İBAN attılar. Yangın oldu, ağaç dikmek için bağış topladılar. Evi yıkılana ev veremediler, kiracıya ev hayalini bile zehir ettiler. Elinde sadece namus, şeref ve haysiyeti kalmış bu aziz milletten özür dileyip istifa edeceklerine, yüzleri kızarmadan ezberledikleri nakaratı tekrar ediyorlar. Emeklisi, asgari ücretlisi, kamu görevlisi Diyanet fetvasına göre fitre verilebilecekler arasına girdi. Diyanet bu iktidarın yanlışlarını meşrulaştırmakla meşgul ve asıl meseleyi ıskalamaya devam ediyor” dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM’deki haftalık grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Dervişoğlu konuşmasına Azerbaycan’daki Hocalı katliamında hayatını kaybedenleri anarak başladı. İktidarın ekonomi yönetimi ve israf düzenine tepki gösteren Dervişoğlu, yakın dönemdeki yargı kararlarını da eleştirerek, şöyle konuştu:

“Hafta sonu Manisa ve İzmir’deydik. İş dünyasının temsilcileriyle, oda yöneticileriyle, esnafımızla, vatandaşlarımızla buluştuk. Saray duvarlarını aşamayan sesleri dinledik. Günü siftahsız kapayan esnafı da gördük, kulağımıza eğilip çilesini fısıldayan kardeşlerimizi de… Ankara’dan nutuk atmak kolay ama milletimizin fısıltısı bile, o nutuklardan daha gür, daha keskin. Tablo, ‘Ekonomi kötü… Makro veriler şöyle, mikro veriler böyle’ diyerek açıklanacak gibi değil. İşçimizden memurumuza, emeklimizden çiftçimize, kadınlarımızdan gençlerimize, millet dertli, millet çaresiz. Siyasi entrikalarla meşgul olan saray düzeni, her şey yolunda diye yalan söylemeye devam ediyor ama ne diyor Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde; ‘Gardaş, senin dediklerin yok, halay çekilen toprak, bu toprak değil. Çık hele Anadolu’ya, kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayrı, o kadar uzak değil.’

İktidar, keyfi uygulamalarla, adaleti çiğneyen yargı sopasıyla kantarın topuzunu kaçırdı

Eğer cesaret edebiliyorsanız bir çıkın hele. Çarşıya çıkın, pazara çıkın. Vatandaşa ‘Nasılsın’ diye bir sorun bakalım, ne diyecekler. Biliyorum yapmayacaksınız, yapamayacaksınız. Huzura çıkmaya yüzünüz yok. Olur da çıksanız bile, edilecek sözlerden utanacağınız yok. Biz duyuyoruz, görüyoruz. Duyduklarımız, gördüklerimiz üzerine çalışıyor, Türkiye’yi nasıl düze çıkaracağımızı da iyi biliyoruz. Milletin olanı millete verdiğimizde, her sıkıntının üstesinden gelineceğini biliyoruz. Türkiye zengin ve güçlü bir ülke. Hepimize yetecek kadar imkanı var. Yeter ki, bu iktidarın, milletin hazinesiyle millet arasına soktuğu kan emicilerden kurtulalım. Bu kadar büyük bir ülkede, bu iş aslında bu kadar basit. Ama 23 yıldır, ne bu iktidarın, ne de kenelerinin gözünü doyuramadık. O vakit yaklaşıyor. Biz varız, hazır olun, müsterih olun.

Bir ülkeyi idare edenler, normalde, suçlulara, yanlış yapanlara gözdağı vermek için, yasaları kullanır, hukuku kullanır. Recep Tayyip Erdoğan’sa bunun tam tersini yapıyor. Yasaları hukuksuzca kullanıp, millete gözdağı vermeye çalışıyor. Şiirler okudu diye haksızlığa uğrayıp, cezaevine girdi ama belli ki şairi hiç anlamamış. Akif’in, İstiklal Marşımıza neden ‘Korkma’ diye başladığını kavrayamamış. Aklınca milleti korkutarak terbiye edecek. Belli ki, ‘Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım’ dizesinden de bir anlam çıkaramamış. Bu iktidar, keyfi uygulamalarla, adaleti çiğneyen yargı sopasıyla,  cübbelerine ilik açtırmış kontenjan savcıları ve hakimleriyle, kantarın topuzunu kaçırdı. Şaka maka, istibdatla ömür boyu iktidarda kalacaklarına inanıyorlar. Ama buradan acı gerçeği hatırlatayım; 2017’deki mühürsüz zarflardan beri parti devletine dönüştürdükleri bu mekanizma, önce onların başına yıkılacaktır. Tarih bunu söyler, milletimizin feraseti de bunu işaret eder.

Kurtarıcı diye getirilen Mehmet Bey, mutfaktaki yangını afete çevirdi

Milletimizin çok merak ettiği bir şey var. Gittiğimiz her yerde soruyorlar.  Diyorlar ki; ‘nerede bu müthiş Hazine ve Maliye Bakanı?’ ‘Nereye kayboldu’ diyorlar. Gece gündüz faiz lobilerinin kapısını aşındıran ‘Vergimatik Mehmet’i merak ediyorlar. Türkiye’yi krizden çıkaracak dedikleri programı gibi, o da kayıptır. Geldiği günden beri söylüyoruz, ‘Vergimatik Mehmet’in de yapabileceği bir şey yok. Çünkü bu iktidarda akıl da yok. Avantalı ihalelerle, milletin parasını bir avuç yağmacıya dağıtan patronu varken milletin derman bulacağı da yok. Kendini ekonomist ilan etmiş bir patronu varken, İngiliz vatandaşlığı da yetmez, sıkılaştırıcı önlemler de yetmez demiştik. Damat bakan bile sepetlenmiş, gözleri ışıltılı arkadaş bile kapı önüne konmuşken Mehmet Beyin yapabileceği bir şey yok demiştik. Üzgünüm, ama dediğimiz gibi oldu. Kurtarıcı diye getirilen Mehmet Bey, mutfaktaki yangını afete çevirdi. Emekliyi yaktı, memuru yaktı, hazineyi yaktı. Milletin mütevazı hesaplarını kuşa, cüzdandakileri de pula çevirdi.

Ne yaptı Mehmet bey? Zaten cep delik cepken delik, üstüne milletin cebinden saraya giden tüneller açtı, ocaklara incir ağacı dikti. Bunlardan derman çıkmaz. Sıkıştıkça Bakan değiştiren Recep Tayyip Erdoğan’ın masallarıyla, Türkiye düze çıkamaz. Türkiye 2018’den beri krizde. Bir düşünün, 7 yılda kaç bakan değişti? Vitrinde kaç değişiklik yapıldı. Bir işe yaradı mı? Hayır, yaramadı. Çünkü, sorunun kaynağı yerinde duruyor. Mesele onu değiştirmektir. Mesele saraydakini değiştirmektir. Ekonomi kadrolarında sürekli değişiklikler yapılıyor. Kim gelirse gelsin, iki gün sonra Tayyip Erdoğan’ın aklıyla yürüyor. Siz şu ana kadar, millet hazinesi yağmalayan bir avuç azınlığa ‘dur’ diyen bir bakan gördünüz mü? Görmediniz. Neden görmediniz? Çünkü o yağmacıların hepsi, Tayyip Erdoğan’ın koruması altında. Gelen her bakan gibi, ‘Vergimatik Mehmet’ de tasarruf dedi ama gözünü, emekçinin, memurun, işçinin imkanlarına dikti. Öğretmenlerimizin kullandığı su ısıtıcılarından başladı. Sonra memurların servislerine kadar, her şeye göz dikti ama sarayın savurganlığına hiç dokunmadı. Yahu bu saray; saatte 120, günde 2880, ayda 86 bin 400, yılda 1 milyon 36 bin asgari ücret yiyor demedi. Bu saray, 3 liralık işi, bir avuç yağmacıya 10 liraya yaptırıyor demedi. Yollara, köprülere, tünellere, havalimanlarına, hastanelere  garantiler veren haramiliğe hiç dokunmadı. Çalışanın servisini kaldırdı ama, parti devletinin makam aracı saltanatının yanına yaklaşmadı. Gücü hep millete yetti. ‘Nasıl yaparım da, milletten daha fazla vergi toplarım’ diye hesap yaptı. ‘Milletin boğazından nasıl daha fazla keserim’ diye planlar kurdu.

Milletten özür dileyip istifa edeceklerine, yüzleri kızarmadan ezberledikleri nakaratı tekrar ediyorlar

Bu beyhude çabanın sonuç vermeyeceği, en başından belliydi. Çünkü, ‘Ekonomide, para politikalarına, maliye politikaları eşlik etmiyorsa uygulanan planın bir ayağı eksik demektir. Ve o planın başarıya ulaşması da mümkün değildir’ diye bir plan var. Vatandaştan tasarruf bekleyen bir iktidar, önce kendisi tasarruf etmeli, gereksiz tüm harcamalarından vazgeçmelidir. Bu iktidar önce, şatafata itibar demekten vazgeçmelidir. ‘İtibardan tasarruf olmaz’ yalanıyla, vatandaşın hazinesini har vurup harman savurmamalıdır. Milletin hazinesini, milletin cebine akıtmalıdır. Deprem oldu, vatandaştan İBAN isteyeceklerine, vatandaşa İBAN attılar. Yangın oldu, ağaç dikmek için bağış topladılar. Evi yıkılana ev veremediler, kiracıya ev hayalini bile zehir ettiler.

Bakın, tam yedi yıldan bahsediyorum. 84 aydan, 2 bin 555 günden bahsediyorum. Türkiye’de daha önce de ekonomik krizler oldu. Bu krizleri 6 ayda, en fazla 1 yılda aştık, düze çıktık. Bunların yağmasıyla gelen kriz, 7 yıldır devam ediyor. Bunun adı artık kriz falan değil. Bu iktidar Türkiye’yi yönetemiyor. Milletimizin sabrı tükendi. Sabrı tükenmiş, yoksullaşmış, en temel ihtiyaçlardan yoksun kalmış bir milletten bahsediyoruz. Bayrak asla inmeyecek, ezan asla susmayacak ama bu sloganlar ve dış güçler bahaneleri, meseleyi çözmüyor. Elinde sadece namus, şeref ve haysiyeti kalmış bu aziz milletten özür dileyip istifa edeceklerine, yüzleri kızarmadan ezberledikleri nakaratı tekrar ediyorlar. Beli bükülmüş milletimizden hala sabır ve fedakarlık istiyorlar. Çok değil daha iki ay önce bütçe görüşmelerinde  Erdoğan ve onun avaneleri, ekonominin birkaç ay içinde düzelmeye başlayacağını iddia etmişlerdi. O birkaç ay, daha önceki aylar ve yıllar gibi geçti gitti. Kriz hala büyüyerek devam ediyor. Asgari ücret zammı eridi. Emeklisi, asgari ücretlisi, kamu görevlisi Diyanet fetvasına göre fitre verilebilecekler arasına girdi. Diyanet bu iktidarın yanlışlarını meşrulaştırmakla meşgul ve asıl meseleyi ıskalamaya devam ediyor.

Aile yılı ilan ettikleri 2025’in daha ilk ayında boşanma sayısı 187 bini geçmiş. Ekonomik çöküntüyle sosyal çöküntü kol kola girmiş Türkiye’yi kemiriyor. Sosyal medyada, televizyonlarda gördüklerimiz, işittiklerimiz ahlak namına hiçbir şey kalmadığını gösteriyor. Rahmetli Cumhurbaşkanı Demirel ne diyordu; ‘Enflasyon önce ahlakı bozar.’ Ahlakı bozuk ve beceriksiz bir iktidarın, ülkemizi getirdiği nokta budur. Aktif ve sağlıklı yaşlanmada, yaş almışlar sadece hayatta kalmaya çalışıyor. Gelecekleri şimdiden ipotek altına alınmış çocuklarımız yatağa aç girip okula aç gidiyor. Sığınmacılar memleketine dönmüyor. Kafasını kuma gömmeyip konuşan sanayici, gazeteci, aydın, sanatçı, astrolog, çiftçi, kim varsa, polis nezaretinde adliyeye sevk ediliyor.

İlk iş, harcamaya doymayan obez devletin mimarı saray sultasının harcamalarını durdurmak

Ekonomik refaha ulaşabilmesi için, atılması gereken ilk adım bellidir.  Tüm kamu yönetimi birimlerinde, acil, gerçekçi ve kalıcı bir şekilde israfla mücadele stratejisi, eylem planı ve uygulamalarına ihtiyaç vardır. Bütün bunları nasıl yapacağımızı biliyoruz. İlk iş, harcamaya doymayan obez devletin mimarı saray sultasının harcamalarını durdurmaktır. Kamu-özel iş birliği projeleri, faiz harcamaları, liyakatsiz atamalar,  Her gün israfı büyütüp, krizi derinleştirmektedir. Bunları ilk günden keseceğiz. Çözüm yolu bellidir. Öncelikle; kamusal kaynakların milletin yararına kullanılmasını engelleyen ve milletimizden toplanan vergileri boşa harcayan, devletin başındaki kayyumdan ve umut diye getirdiği ithal hazine kayyumundan kurtulacağız. Bu iktidarın, ‘Vatandaşa zam verirsek, gidip hemen harcarlar, enflasyon artar’ diyecek kadar vicdansızlaşan kadrolarından kurtulacağız. O zaman göreceksiniz, sizin olan misliyle size geri dönecek.

Milleti anlamak için fakir sofralarında bağdaş kurup poz vermek yetmez, kendinizi bir hesaba çekin

Bunca derdin, bunca sıkıntının arasında, nihayet mübarek Ramazan ayına kavuşuyoruz. Ramazan ayının başta ülkemiz ve milletimiz olmak üzere, tüm İslam Alemine huzur, bereket ve esenlik getirmesini diliyorum. Biliyorum ki milletimiz iftar ve sahur sofraları kurmakta zorlanırken saray zenginleri, milletimizin parasıyla kurulacak iftar sofralarında  propaganda yapacaklar.  Millete sabır diyecekler, nasihat edecekler ama Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan sağlıklı iftar ve sahur menülerinin fiyatlarına hiç değinmeyecekler. Neden değinmeyecekler? Çünkü, tavsiye ettikleri menüler, Merkez Bankası ve TÜBİTAK tarafından ortak hazırlanan market fiyatına göre yüzde 177 zamlanmış. Sağlıklı menüde de ne var biliyor musunuz? Yumurta, zeytin, tarhana, bulgur, peynir, yoğurt gibi temel gıda maddeleri var. Hurmanın, pidenin, etin fiyatını hesaba katmıyorum bile…

Milletimizle saray arasındaki bu hendek, her geçen gün derinleşiyor ve bu hendek yüzünden, yoksulluk da derinleşiyor. Bu vurdumduymaz iktidara tavsiyem şudur; Ramazan ayı, insanın kendine aynı zamanda ayna tuttuğu aydır. Ramazan’da insan, aşırılıklarını, heves ve hırslarını sorgulayabilmelidir. Milleti anlamak, milletin arasındaymış gibi görünmek için fakir sofralarında bağdaş kurup poz vermek yetmez. Kendinizi bir hesaba çekin. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ve şürekası, kendinize bir ayna tutun. Bitmeyen hırslarınız, doymak bilmeyen rant iştahınız ne zaman sona erecek? Ne zaman ülkemizin kaynak ve imkanlarını milletimizin dertlerini çözmek için kullanacaksınız? Milletimizi açlık sınırının altında yaşamaya mahkum ettiniz. Milyonlarca emeklimizi, asgari ücretliyi fitreye muhtaç hale getirdiniz. Hiç mi vicdanınız sızlamıyor? Kendinizi bir sorguya çekin. Sözlerime kulak verin. Geçin aynanın karşısına düştüğünüz duruma bir bakın. Emin olun, bu muhasebe de ibadet sayılır.

Ekonominin aktörleri de artık kendini güvende hissetmiyor

Mesele yalnızca ekonomi değil. Milletimiz, ülkesi için türlü buhranları sineye çekecek kadar asil bir millettir. Ancak, ekonomik yıkımın yanında, devlet idaresindeki pespayelik, toplum hayatına sirayet ediyor. Vatandaşlarımız mutsuz, umutsuz ve kendini güvende hissetmiyor. Bu ruh hali toplumda çözülmeye sebep oluyor. TÜİK 2024 yılı için, ‘Yaşam Memnuniyeti’ araştırması yapmış. Buna göre, gece yalnız yürürken kendini ‘güvensiz’ hisseden kadınların oranı yüzde 27. Bir önceki yıl bu oran yüzde 22.  Ayrıca kadınlarımız arasında ‘çok güvensiz’ hissedenlerin oranı da yüzde 5,2’den, yüzde 9,3’e yükselmiştir. Bu vahim durum, kadın-erkek ayrımı yapmadan tüm bireyler bazında da geçerlidir. Aynı araştırmaya göre, kadın-erkek fark etmeden gece yalnız yürürken kendini ‘güvensiz’ hissedenlerin oranı yüzde 15’ten yaklaşık yüzde 20’ye yükselmiştir. ‘Çok güvensiz’ hissedenlerin oranı ise yüzde 3.5’ten yüzde 6’ya yükselmiştir.

Bu güvensizlik hali, ekonomik alanda da kendini göstermektedir. TOBB’un verilerine göre, son bir yılda kurulan şirket sayısı geçen yıla göre yüzde 12,8 oranında azalmıştır. Ocak 2025’te kapanan şirket sayısı 2024 yılının aynı ayına göre yüzde 16,2; kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısı da yüzde 6,7 artmıştır. Ekonominin aktörleri de artık kendini güvende hissetmiyor. Ekonominin can damarı olan esnaf ve KOBİ’ler önünü göremiyor. Bir yanda ağır vergi yükü altında eziliyor. Diğer yanda, yandaş ve rant ekonomisinin aktörleriyle mücadele edemiyorlar. Öngörülemezlik ve kuralsızlık ciddi bir güven bunalımını da beraberinde getirmektedir. İktidarın baskı ve hukuksuzlukları da bir başka güven problemidir. Bu iktidar, konuşmayan, susan, sadece iktidara biat eden bir toplum istediği için yasakları özgürlüklere tercih etmektedir. Son yaşanan örnek; Erdoğan ve avanesinin nasıl bir ruh halinde olduğunu göstermesi açısından ibretliktir.

İttifak ortağınız bile, sizin yalan dünyanıza kanmıyor artık

Bursa’nın Karacabey İlçesi’nde genç bir kardeşimiz Sinan Çiftçi, tarımın ve çiftçilerin içinde durumunu ‘Sayın Cumhurbaşkanı’ diyerek anlatıyor. ‘Üretici, çiftçi perişan halde. Kilosu 2 liraya bile domatesimiz alınmıyor. Yazın 40 derece sıcakta tarlada çalışıp gözümüz gibi baktığımız domates, karpuz tarlada kaldı, bir dönümde en az 20 bin lira zarar ediyoruz’ diyor. Yani gerçekleri anlatıyor. Bu sözler üzerine, Karacabey Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma açıyor. Hatta, ‘Cumhurbaşkanının onur, şeref ve saygınlığını rencide edici beyanlarla saldırıda bulunduğu’ iddiasıyla 4 yıl 8 aya kadar hapis istemiyle iddianame hazırlıyor. Köylü milletin efendisidir diyen Cumhuriyetin savcısı, derdini dillendiren köylüye yargı sopasını gösteriyor. Akıl bunun neresinde, vicdan bunun neresinde? Dert anlatmak bile suç olduysa yıkılsın bu düzen. Sayın Erdoğan, o kardeşimizin söyledikleri doğru değilse çık söyle ama saray duvarlarının arkasından değil. Çukurova’dan söyle, Konya’daki tarlalardan söyle, Karacabey’de, Söke’de, Mardin ovasında söyle. Çiftçilerin yanında, çiftçilerimizin yüzüne söyle.

Gak diyene soruşturma, guk diyene hapis artık bir çılgınlık halidir. Sayın Erdoğan, seni rencide etmesi gereken o kardeşimizin söylediği gerçekler değil, milletin gözünün içine baka baka bahsettiğin yalan dünyadır. Gerçek dünyada işler bambaşkadır. O kardeşimize inanmıyorsanız, ortağınızın buluşuna bakın. ‘Askıda 9 Gülek Buğday’ kampanyası başlattı. Başta çiftçilerimiz olmak üzere herkese çağrı yaptı, ‘Muhtaç durumdaki vatandaşlarımıza 9 gülek, yani 288 kilo buğday dağıtın’ dedi. İşler yolundaysa buğday dağıtmak da neyin nesidir? Belli ki, ittifak ortağınız bile, sizin yalan dünyanıza kanmıyor artık. Eğer Karacabeyli çiftçi kardeşimin sözleri, Cumhurbaşkanı’nın onur ve haysiyetini rencide ediyorsa aynı muameleyi ortağınıza da yaptırın. Ona cesaret edemiyorsanız da hakkı ve hakikati söyleyenlerin üzerinden elinizi çekin artık. Türkiye’nin kötü yönetildiği gerçeği, sadece çiftçilerimizin değil, esnafımızın da sırtında yüktür. Esnafı bu kadar sıkıntıya soktunuz, bari nefes alabileceği imkanlar üretin. KOSGEB destekleri genişletilmelidir. Esnafımız finansman problemleri yaşamaktadır. Kaynaklara erişimi kolaylaştırılmalıdır. Esnaf kredilerinde taşınır malların ipotek olarak kabul edilmesi sağlanmalıdır. Ulaşım sektöründe ÖTV ve KDV indirimine ihtiyaç vardır. Yollar eskimiş TIR, kamyon ve taksilerle dolmaya başlamıştır. Dahası, bir kuruş harcamayacağız deyip, milletin sırtına yüklediğiniz garantili yolların, köprülerin ücreti, şoför esnafımızın kabusu haline gelmiştir. Bu yüzden otoyol ve köprü geçişlerinde, nakliyeye uygun saatlerde indirim yapılmalıdır.

Üretimdeki en önemli kaynaklardan biri de insan kaynağıdır. O yüzden çırakken çırakları, kalfayken kalfaları, sözüm ona ustayken de ustaları unutan Sayın Erdoğan’a önemli bir noktayı hatırlatmak isterim. Yaz-boz tahtasına çevirdiğin eğitim sistemimiz, üretim alanında da kalifiye eleman açığına sebep oldu. Meslek liseleri ve çıraklık eğitimi konusunda artık adım atmak zorundasınız. Göz boyamak için apartmanlarda tabela üniversiteler açacağınıza, biraz da meslek lisesi açsaydınız işsiz öğretmenler ve mühendisler yerine iş bilen ustalarımız, kalfalarımız olacaktı. Yapmadınız, yapmaya da niyetiniz yok ama biz bütün eksiklerin, yanlışların farkındayız. Mürekkebimiz akıl, reçetemiz de hazır. Buyruklarla, kulluklarla değil, milletimizle el ele, omuz omuza, hep birlikte yapacağız. Esnafımızla, üreticimizle, vatandaşımızla yapacağız ve başaracağız.”

Türkiye’yi, FETÖ’nün darbe hazırlığı olarak yaptığı düzenlemelerle yönetiyorlar

“Mücadele edilmesi gerekenlerle mücadele etmiyor, edemiyorlar. Düzeltmeleri gereken şeyleri düzeltmiyor, düzeltemiyorlar. Çünkü artık saray kadıları da siyasete bulaşmaktan utanmıyor. Aksine, Cumhuriyetin değil, ‘Erdoğan’ın savcısı’ rolüyle, kendilerini gösterme telaşındalar. Öyle bir hırsla hareket ediyorlar ki, belki Adalet bakanı, bakan yardımcısı, kurul üyesi ya da yargıtay üyesi olurum hevesiyle, bütün Türkiye’yi soruşturacak ve mahkeme kapasına düşürecek hale geldiler. Gerçek suçlular sokaklarda rahatça gezerken, başını kaldıranı Silivri’ye göndermek için canhıraş çalışıyorlar. Korku siyasetinin uzantısı olarak, katili, tecavüzcüyü, sapığı, dolandırıcıyı, çete mensubunu, tetikçiyi mevcuttakiler azmış gibi sokaklara salmak istiyorlar. Bağımsız Türk yargısından, saray kadılığına nasıl geldik? Erdoğan vesayeti dediğimiz bu düzen, ilmek ilmek örüldü. Bugün kullandıkları yetki, kurdukları bu düzen, FETÖ’nün o yıllarda hazırlığını yaptığı darbenin ön adımlarıydı. Yani bunlar bugün Türkiye’yi, FETÖ’nün darbe hazırlığı olarak yaptığı düzenlemelerle yönetiyorlar. Ne kadar acı değil mi? Ne kadar utanç  verici. Biliyorum, Cumhuriyetin savcılarının, vicdanlı hakimlerin yüreği yanıyor. Biliyorum sayıları az değil. Ve inanıyorum ki, onların varlığı galip gelecek.

İnadına konuşacağız. Çünkü Cumhuriyet konuşabilmektir

Artık eminiz ki, bu iktidarın en önemli yeteneği sinsiliğidir. Bugün adalet duygumuz yara aldıysa, yargıya güvensizlik, bu kadar arttıysa, işte bu sinsilik yüzündendir. Bu iktidar, devletin ve milletin değil, kendi ihtiyacına göre yasa yapmakta ustalaştı. TMSF ve Devlet Denetleme Kurulu’na olağanüstü yetkiler veren kanunlarla, Türk devlet geleneğinde görülmemiş işe hazırlanıyorlar. Bırakın girişim özgürlüğü, sermaye güvenliğini, mülkiyet hakkı ve güvenliği dahi ortadan kalkmış durumdadır.

Milyonlarca vatandaşımıza iş ve ekmek imkanı sağlayan girişimcilerimizin, iş insanlarımızın, şirketlerimizin, kendini güvende hissetmediği bir Türkiye, felaketin eşiğinde demektir. Vatandaşın neredeyse yarısı, yasaların herkese adil ve tarafsız uygulanmadığını söylemektedir. 2013’te bu oran yüzde 28, 2016’da yüzde 33’tü. Şimdi memleketin yarısı güven sorunu yaşıyor. Bu iktidara seslenmenin, hakim ve savcı güvencesini sağlayın, yargıyı rahat bırakın demenin manası yoktur. Önümüzde iki yol vardır: Ya hem sefalet hem korku içerisinde onursuzca yaşamak ya da önce korkuyu, sonra bu iktidarı, sonra sefaleti yenip insanca yaşamak. Bu sebeple, inadına konuşacağız. Çünkü Cumhuriyet  konuşabilmektir. Mesuliyet alacağız. Hem kendimizin hem birbirimizin mesuliyetini taşıyacağız. Çünkü Cumhuriyet mesuliyettir. İnisiyatif alacağız. Öğrenciysek okulda, sanıksak mahkemede, işçiysek fabrikada, hocaysak kürsüde, esnafsak ticarette. Çünkü cumhuriyet inisiyatif alabilmektir. İşte bu yüzden Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 100 yıl öncesinde bugünleri öngörmüş ve şu satırları yazmıştır: ‘Vazifeye atılmak için… İçinde bulunduğun vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin!’. Vazife, o kantarın kaçan topuzunu düzeltmektir. Tarih de millet de şahit olsun. And olsun ki düzelteceğiz.

Konu Türk varlığı olunca sessizliğinizin sebebi nedir

İktidar ya da borazanlarına sorsan, bu sorunların hiçbiri yaşanmıyor. Onlar için her şey güllük gülistanlık. Bu fıtrattakilerin vazgeçemediği şey hamasettir. Çünkü, her işi yalan, yanlış olanlar, hamaseti ekran koruyucu yaparlar. Tıpkı güney sınırımızda olanlarda yaptıkları gibi. Halep Kalesi’ne bayrak asıp, Şam’da çay içerek poz verdikleri gibi. Muzaffer bir edayla dolaştığınız Suriye’nin, Türkiye’ye gümrük vergisinde yaptığı yüzde 300 zamla ilgili ne düşünüyorsunuz? Suriye yönetimi, Lübnan’a ve Ürdün’e gümrük indirimleri yaparken, Türkiye’ye niçin bu kadar fahiş zam yapılmıştır? 150 euro olduğu iddia edilen vize ücreti uygulaması ne manaya gelmektedir? Bu olay, Türkiye’ye doluşturduğunuz kaçakları göndermemek için danışıklı dövüş müdür? Yoksa Colani’ye bile sözünüzün geçmediğinin, kağıttan kaplanlığınızın bir göstergesi midir?  Dahası, Suriye’nin güneyinde Netanyahu’nun genişleme siyasetine, Şam’da çay fotoğrafları verdiğiniz Colani’nin itirazı yok mudur? Suriye Türkmen Meclisi 2 gün önce yaptığı açıklamada, Suriye’deki yeni anayasal ve siyasi sürecin önemli ayağı olan Ulusal Diyalog Konferansı’ndan dışlandığını açıklamıştır. Bu vahim durum, bizi şaşırtmamıştır. Çünkü aynı filmi Irak’ta gördük. Kerkük’te, Musul’da gördük. Türkmen varlığı adım adım silinmeye çalışılırken, Barzani’yle ve Talabani’yle ağam paşam geçinenler, bindirme kıtalarla yapılan nüfus sayımlarına ses çıkarmayanlar bunlardı. Tapu kayıtları sistematik olarak yok edilirken, havaya bakıp ıslık çalanlar bunlardı. Konu Türk varlığı olunca sessizliğinizin sebebi nedir? Bunlar konu Türk olunca, alerjileri depreşen insanlardır. Ve gerçek yüzleri ortaya çıkar. Çünkü Türkiye’de Türk fikrine  düşmandırlar. Uygur Türklerine yapılan katliamlar pul kadar önemli değildir. Batı Trakya’da okullar kapatılır, lafını bile etmezler. ‘Halep’e Türk bayrağı dikiyoruz’ diye propaganda yapıp, konuyu kapatırlar.

Saray sultanı, bizi, yani muhalefeti değiştirmeye karar vermiş

Türk’ün Cumhuriyeti’ni, eski diye tarif etmeleri bu fıtratın gereğidir. Eski Türkiye diyorlar ya, kendilerinden gayrı eski kalmamıştır. Türkiye’nin en eskisi Recep Tayyip Erdoğan’dır. Halen masal anlatıyorlar. Neredeyse çeyrek asırdır o makamlarda oturup halen ‘bizden öncesi’ diye konuşabilmek, arsızlığın nirvanasıdır. Biz gerçek Türkiye’yi yaşıyoruz, onlar ‘Tayyip harikalar diyarında’. Aramızdaki fark, yalanla hakikat arasındaki kadar nettir. İşte bu farktan rahatsız olduğu için, saray sultanı, muhalefeti değiştirmeye karar vermiş. Muhalefete çekidüzen verecekmiş. Amaçları bellidir: Muhalefete tahammülleri yok, koltuk değneği istiyorlar. Cumhuriyet yıkılsa da alkışlayan, Türkiye Türksüzleştirilse de sessiz kalan partiler istiyorlar. Aylar önce partimizden ayrılanları, sanki dün ayrılmışlar da AK Parti’ye katılmışlar gibi gösterip algı yaratmaya kalkışıyorlar. Bazılarının bizden ayrılmaları kayıp değil kazançtır. Bir başka anlamıyla bizim açımızdan özgürleşmedir. Ayrıca, demokrasilerde vatandaşın oyunun namusunu, siyasetçinin namusu korur. Her siyasetçi de kendi namusundan mesuldür.

Makam mevki dağıtarak belli ki imkansızı arıyorsun Erdoğan

Aldıkları oya ihanet edenlerin yeri, demokrasiye ve demografiye ihanet edenlerin yanıdır. Hiçbir rahatsızlığımız yoktur. Ama doğrusunu isterseniz, AK Parti’ye 25 yıldır emek verenlerin, parti MKYK’sının sığınmacı çadırına döndürülmesine verecekleri cevabı ben de merak ediyorum. Buradan sesleniyorum; makam mevki dağıtarak belli ki imkansızı arıyorsun Recep Tayyip Erdoğan. Sana yol vermeyeceğiz. Bunun için siyasi entrikalar ve tezgahlar kurmaya hazırlanıyorsan da, buyur gel hodri meydan. Biz buradayız. Hepiniz birsiniz biz yine tekiz. Türk milletinin yıkılmayan son kalesiyiz. İstiklal Marşı ‘Korkma’ diye başlayan, bayrağında, imparatorlukların simgesi ay yıldızı taşıyan, ataları şehitlikle nam salmış, büyük Türk milleti müsterih olsun. Türk milletinin egemenliğini, varlığını, büyük bir iradeyle koruyacak olan, milyonlarca İYİ Partili var. Son kale biziz, son ocak biziz ve Cumhuriyet nöbetindeyiz. Büyük Türk milleti sesimize kulak versin: Gök ve yer durdukça, Türk ilinin ve Türk töresinin yıkılmasına geçit vermeyeceğiz. Büyük Türk milleti andımıza ortak olsun: Namusumuz olan Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşatacağız. Büyük Türk milleti ışığımıza yol başçısı olsun: Cumhuriyetin ülkü ve ilkelerine sadık kalarak, Türkiye’yi ayağa kaldıracağız. Yılmayacak, yıldırım olacağız. Korkmayacak, kasırga olacağız. Işığımız sönmeyecek, güneş olacağız. Bilinsin ki, yerin ve göğün muhafızı Türk milletinin, 21’inci yüzyıldaki yükselişine, hiçbir güç ve odak engel olamayacak. Görevimiz bellidir: Cumhuriyeti yıktırmayacağız. Türkiye’yi Türksüzleştirmeyeceğiz. Türk vatanını böldürtmeyeceğiz. Milletimizin endişe ettiği her anda da aynı şiarı haykıracağız; ey vatan, gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz”

Reklam Alanı