Ahmet Hakan Yazdı: Esenyurt katliamını iki ayrı kameradan izledim perişanım

0
1

Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan bugünkü köşesinde Esenyurt’taki saldırıyı değerlendirdi.

KURGU DEĞİL: Yolu Meksika’dan geçen çok dizi izledim. Sezon sezon… Breaking Bad, Better Call Saul, Narcos falan… Bir anda silahların çekilmesi, müthiş bir kaos ve her yer kan. Meğer katliam kurgusu izlemek ile gerçek bir katliamı izlemek arasında devasa bir fark varmış.

 

– SANKİ MEKSİKA: Gitgide daha çok Meksika’nın bir ilçesine dönen Esenyurt’ta bir tekel bayiinde meydana gelen katliamı, iki farklı kamera açısından izledim. Hay izlemez olaydım. Kahroldum. Perişan oldum. Etkisinden çıkamıyorum bir türlü.

 

– RACON… RACON… Bellerinde silahlar olan adamlar, tekel bayiine geliyorlar. Her hallerinden raconcu oldukları belli oluyor. Tekel bayiindeki genç adam da raconun farkında. Belli ki husumet var arada.

 

– TEZGÂH ALTI SİLAH: Olay yumruklu saldırıyla başlıyor. Yumruklu saldırı anında tezgâh altındaki silahı çekiyor maktul genç. Kendini korumak amacıyla saldırganın ayağına ateş ediyor. O andan itibaren de işler çığırından çıkıyor.

RESMEN KATLİAM: Saldırganların bellerinde silah var. Tekel bayisindeki gençte silah var. Leblebi çekirdek taşır gibi silah bulunduruyor herkes. Böyle bir ortamdan tabii ki katliam çıkar. Nitekim çıkıyor. Teksas’a döndük resmen. Yetkililer bu konuya mutlaka el atmalı.

*

– YAZIK… YAZIK… Anladığım kadarıyla iki tarafın da hali vakti yerinde. İş güç sahibi insanlar. Bir alacak verecek davasının dallanıp budaklanması olayı söz konusu. Karşılıklı damarlara basılmış, meydanlar okunmuş. Sonuç katliam. Gözünü kırpmadan insanların üzerine kurşun yağdıran o katile lanet olsun.

 

– İKİ KAMERADAN: Normalde “Çatışma çıktı, üç kişi öldü” diye haber yapılıp geçilecekti. Okuyup “vah vah” deyip hayıflanacaktık en çok. Bir etki gücü olmayacaktı. Ama artık “güvenlik kamerası” diye bir olgu var günümüzde. Bu kameralar aracılığıyla bir olayı bütün yönleriyle izleyebiliyoruz. Üstelik farklı kamera açılarından.

 

 PERİŞANIM: İzledim. İki farkı açıdan da izledim. Üstelik birkaç kez izledim. Her defasında isyan ederek. Her defasında “Şöyle olsaydı böyle olurdu” diyerek. Her defasında olay yeri inceleme ekibi gibi davranarak. Bir süre sonra profesyonel bakıştan insani bakışa geçtim. İzlediğim vahşet kafama dank etti aniden. O andan itibaren perişanım. İzlediklerimin etkisinden çıkamıyorum.

EN İYİSİ İZLEMEMEK: Hâlâ izlemeyen kalmış mıdır bilmiyorum. Ama izlemeyenlere verebileceğim tek tavsiye var: Sakın izlemeyin. Dayanılmaz bir vahşet bu. Hayattan soğuyorsunuz. Gözünüzün önünden gitmiyor görüntüler. Çığlıklar sürekli kulaklarınızda. Aman ha aman.

SENİN İMAJIN BATSIN MAHMUT TANAL

EYLEM alanında eylemcilerle tartıştı Mahmut Tanal.

Eylemcilere parmak salladı, eylemcilere ağır konuştu.

Sonuçta ıslıklar, yuhalamalar, tepkiler eşliğinde eylem alanını terk etmek zorunda kaldı.

 

Düşünün:

Adam eylemcilerle aynı davaya inanıyor ama eylemcilerden büyük tepki görüyor.

Mahmut Tanal için ne kadar da hazin bir durum.

Sadece hazin değil, aynı zamanda da müthiş bir imaj kaybı.

Bu müthiş imaj kaybı üzerine sanırım Mahmut Tanal, “Acaba ne yapmalıyım? Acaba ne yaparsam kaybolan imajımı toparlarım?” falan diye düşündü.

Ve çözümü jandarmayla didişmekte buldu.

Jandarmaya “eşkıya” demesi, jandarmayı kovalamaya kalkması falan.

Hepsi bu yüzden.

 

Jandarmayla didişmesine şöyle bir baktım:

Zerre samimiyet yok. Yaptığı hepten artistlik.

Tek amacı var:

Dağılan imajını toparlamak.

 

Seçimin hemen ardından da yine yaptığı bir hata nedeniyle imajını toparlamak zorunda kalmış, millete eğlence çıkmıştı.

Senin imajın batsın Mahmut Tanal dememin tek nedeni bu.

BAŞ BELASI BİR OĞLAN: HUNTER BIDEN

HUNTER Biden’a kafayı taktım.

Uzun zamandır takipteyim.

Bu oğlan, gerçekten de tam bir baş belası.

Skandallar kralı.

Babasının nüfuzunu kullanmakla suçlanıyor bir.

Ukrayna’daki bir şirketin yönetim kurulundan maaş almakla suçlanıyor iki.

Vergi kaçırmakla suçlanıyor üç.

 

Uyuşturucu ve alkol bağımlısıydı oğul Biden.

Baba Biden, oğlunun tedavi görüp kurtulduğunu söylüyor ve bununla çok övünüyor.

 

Ve Hunter’la ilgili gündemi meşgul eden başka bir konu:

 

Bir kadın “Kızımın babası Hunter’dır” dedi beş altı sene önce.

Bizim zıpır Hunter, bunu reddetti.

“Katiyen babası değilim” falan.

Lunden adlı kadın, 2019’da DNA testi ile kızın Hunter’dan olduğunu kanıtladı.

 

Baba Biden, oğul Biden… Alayı birden bir türlü kabullenemediler çocuğu.

Konu mahkemelik oldu.

Bu ayın başlarında karşılıklı anlaşmayla mahkeme süreci sona erdi.

 

Baba Biden süreç içinde hep “inkârcı” bir tutum sergiledi.

Geçen nisanda “Benim altı torunum var” demiş, yedinci torununu yok saymıştı. Çok tepki aldı bu yaklaşımı nedeniyle.

Hatta demokrat basında bile “Hayır Mr. Biden! Sizin altı değil yedi torununuz var” türü yazılar çıktı.

Meselenin mahkemelik hale gelmesi de bayağı bir tepki çekti.

 

Sonunda ne oldu?

Şu oldu:

Biden, yedinci torununu kabul etmek zorunda kaldı.

Neden?

İnsanlığından mı?

Hayır, hayır.

ABD’de seçimler yaklaşıyor ya.

Ondan.

Yani tamamen duygusal.

BİZE ARTIK HER GÜN EYYAMIBAHUR

Eyyamıbahur geliyormuş.

Ne demek eyyamıbahur?

Tam tercümesi şu:

“Aşırı sıcak günler.”

 

Meteorolojik anlamı ise şu:

Genellikle ağustos ayının ilk iki haftasında…

Afrika üzerinden gelen çok sıcak hava kütleleri ile muson uzantılı Basra alçak basıncı, kuvvetli rüzgârlarla Türkiye’ye taşınıyormuş ve sonuçta boğucu sıcaklar oluşuyormuş.

Buna “cehennem sıcakları” diyen de var, “vahşi sıcaklık” diyen de.

 

Bana göre artık eyyamıbahur demenin de anlamı kalmadı. Çünkü küresel ısınma illeti yüzünden bize artık neredeyse her gün eyyamıbahur oldu.

 

Reklam Alanı