Milliyet Yazarı Abbas Güçlü, bugünkü köşesinde 30 Ağustos’u yazdı.
Milli Mücadele, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş destanıdır! Birilerinin değil, hepimizin bayramıdır! Bayramınız kutlu ve sonsuza dek daim olsun… Her insanın bir ülkesi var ama her ülkenin bir Mustafa Kemal Atatürk’ü yok! O bizi çok sevdi, biz de onu!
Çocuk ve gençler onun için gelecekti ve onlar her şeyin en iyisini hak ediyorlardı. Kadınların hayatın içinde olmadığı bir toplum çağdaş ülkeler düzeyine gelemezdi, İsviçre’den önce onlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
Akla, bilime gönülden inanan birisiydi, “Söylediklerim, bilimle çelişirse, beni değil bilimi esas alın” dedi… Dünyaya böyle kaç lider geldi, geçti ve bir asır sonra bile hâlâ ilk günkü gibi seviliyor, sayılıyor, özleniyor?..
Bugün kendimize bir kez daha, ulusumuzun yeniden varoluş destanının yazıldığı “30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı eğer hüsranla sonuçlansaydı, ne olurdu?” sorusunu soralım ve enine boyuna düşünelim!
Hangi koşullarda, nasıl kazanıldığı elbette çok önemli ama çok daha önemlisi “Ya kazanılmasaydı?” sorusunun cevabı!..
Bu zafer kazanılmasaydı, Mustafa Kemal’in ipini çekmek için can atanlar bayram edecek ve ortada ne Ankara kalacaktı ne Cumhuriyet!..
Bugün hâlâ geleceğe umutla bakıyor, heyecanla yol alıyor ve “Türkiye Yüzyılı” hayali kuruyorsak, Osmanlı’nın küllerinden yeni bir devlet yaratan Mustafa Kemal ve arkadaşları ile fedakâr milletimiz sayesindedir…
60.Yıl
İlhan Karaçay (1942), çok uzun yıllardır Avrupa’da yaşayan ve halkın nabzını en iyi tutan gazetecilerimizden birisidir. Hollanda’da yaşıyor ve hâlâ bıkmadan usanmadan yazmaya devam ediyor.
Önceki hafta gurbetçilerimizin Hollanda’ya gidişlerinin 60. yılı çerçevesinde önemli değerlendirmelerde bulundu. Göç olayına farklı bir bakış getirdi. İki ülke arasındaki anlaşmanın taraflarından birisi de dönemin Çalışma Bakanı Bülent Ecevit’ti! Gerisini gelin Karaçay’dan dinleyelim:
”Göç… Sadece üç harften oluşan basit bir kelime gibi görünse de aslında koca bir dünyayı içinde saklayan bir terim. Türk tarihiyle iç içe geçmiş, derin izler bırakan bir olgu. Göç, sadece bir coğrafi hareketlilik değil, aynı zamanda kültürel, sosyal ve hatta dini dönüşümlere zemin hazırlayan bir süreçtir. Türk milletinin tarihinde göç, hep bir arayış, yeni bir yurt bulma çabası ve bazen de kaçışın simgesi olmuştur. Tarih boyunca, bu kavram atayurda duyulan özlemle şekillendi.
1950’li yıllarda Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelere göç eden yaklaşık 400 bin Hollandalı, ülkenin iş gücü piyasasında ciddi bir boşluk bıraktı. Bu boşluğu doldurmak için Hollanda, işgücü ihtiyacını karşılamak amacıyla İspanya, İtalya, Yugoslavya ve Yunanistan gibi ülkelerden işçi getirmeye başladı. Türkiye de bu süreçte Hollanda’ya iş gücü ihraç eden ülkelerden biri haline geldi. 19 Ağustos 1964’te Türkiye ve Hollanda arasında imzalanan işgücü anlaşması, binlerce Türk’ün hayatında yeni bir sayfa açtı…”
Getirileri, götürüleri?
Peki bu süreçte neler kazandık, neler kaybettik? İşte tespitleri:
Kazandıklarımız: Bir traktör satın almak için gelmişlerdi. Bin traktör aldılar ve memleketi paraya boğdular. Eğitim gördüler, işveren, siyasetçi, sporcu, yayıncı, sanatçı ve yönetici oldular.
Kazandırdıklarımız: İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinden sıyrılmaya çalışan ülkenin yeniden inşasında ve kalkınmasında mühim bir rol oynadılar ve endüstriyi canlandırarak, bugünkü refahta büyük rol oynadılar.
Kaybedeceklerimiz: Son yıllarda, Türki-ye’dekiler tarafından horlanmaya başlanan Avrupalı Türkler ve sonraki nesiller, kimlik krizi yaşayarak ve iki kültür arasında sıkışarak, aidiyet duygularını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar.
Mülteciler?
Milyonlarca yurttaşımız başka ülkeleri yurt edinirken, milyonlarca mülteci de ülkemizi yurt edindi. Peki Hollanda çerçevesinden bakarsak iç ve dış göçlerin bize artıları, eksileri ne oldu? Olaya elbette günün önemi çerçevesinde bakmayacağız ama bakanlar hep vardı, olmaya da devam edecek!
Mültecilerin ucuz işgücü olarak özellikle tarımda, sanayide, inşaatta ve daha pek alanda boşluk doldurdukları kesin. Keşke seçilerek alınsalardı. Keşke öncelik kendi işsizlerimizde olsaydı.
Sosyolojik açıdan derin acılar yaşadıkları kesin, kesin olan bir başka ayrıntı ise yarattıkları derin yaralar.
Özetin özeti: Nereden nerelere geldiğimiz asla unutulmamalı, unutturulmamalı!..