Karar Yazarı Taha Akyol,bugünkü köşesinde siyasette ahlak konusunu işledi.
Ne uzun gazetecilik hayatımda, ne de tarih okumalarımda “ahlaksız dindarlık” diye bir kavram duymamıştım, yoktu. Hatta, aksine, dindar insanların daha hakkaniyetli olacağı, haksız kazançtan, kul hakkından sakınacağı yolunda yaygın bir güven vardı. AK Parti iktidarı son on yılda bunu yıktı.
Birçok samimi din âlimi, samimi dindar kalem “ahlak fıkıh kuralları arasında buharlaştı…” veya “ahlaki özünü kaybetmiş şekil dindarlığı” gibi tanımlar yaparak makale ve kitaplar yazdılar. Ne zaman? Bu devirde…
Sadece bu mu? Yolsuzluk Algı İndeksi’nde orta sıralardan, 2023’te 180 ülke arasında 115 sıraya düşmüş olduğumuz gerçeği var! Gri Liste utancı var!
Ve, yolsuzluk deyince elbette “siyasi ahlak” ve “siyasi etik” kavramları gündeme geliyor.
DEVRİM VE DAVA
Bizim siyasi hayamızda öteden beri maalesef ahlak ve hukuk üstün tutulan değerler değildir. Güç hırsı ve ideoloji, “devrim” ve “dava” ahlaktan da hukuktan da üstündür! Yolu bulunabilirse ahlak da hukuk da kolayca dilde kalır, bazen dilden bile düşer, unutulur.
Bunun örneği 1993 yılından beri Meclis gündemine gelen ve bir türlü kanunlaşmayan “siyasi etik yasası”dır.
Gerçi AB kıstaslarına uyum sağlamak, bu yolla yatırım getirmek için, AK Parti, 2004’te bir “Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması Hakkında Kanun” çıkardı. Fakat bu, siyaseti kapsamıyordu, bu bir…
İkinci kurul “bizden” atamalar yapınca kağıt üzerinde kalıyor.
Benim asıl dikkat çekmek istediğim, otuz yıldır bir türlü çıkarılmayan “Siyasi Etik Kanunu”dur. Siyaseti ahlaki denetim altına alan, siyasetçilerin güç kullanımını düzenleyen, partilerin gelir ve giderlerini hem şeffaflaştıran hem kamu denetimine açan, parti ile devlet arasında net çizgi çeken ama Meclis’ten geçemeyen kanun teklifleri…
‘SİYASETTE ADAM KALMAZ’
Cemil Çiçek’in Meclis Başkanlığı döneminde, onun girişimiyle bir Siyasi Etik Uzlaşma Komisyonu kurulmuş, partilerin uzlaşarak hazırladığı Siyasi Etik Kanun Teklifi 26 Aralık 2012’de Meclis Başkanlığına sunulmuş fakat kanunlaştırılmamıştı!
2016’da yeniden teşebbüs edildi, 2019’da CHP benzer bir teklif verdi, hepsi meclis arşivlerinde kaldı!
Neden böyle?
Arkadaşımız Ahmet Taşgetiren’e yaptığı açıklamada Cemil Çiçek şöyle cevap vermişti:
“3-4 maddelik bir yasa öngörülüyordu. Bu ölçüler gelirse siyasette adam kalmaz, denilerek reddedildi.”
Çiçek şöyle devam ediyordu sözlerine:
“Ortalıkta siyasetçilerin araçlarına çantalar dolusu para konulduğu iddiaları var. Bu iddia suç örgütü lideri olarak tanıtılan birisine ait. Bunu görmezden gelebilir misiniz?” (Karar, 11 Haziran 20021)
Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun hükümette bulundukları sırada hazırladıkları yolsuzlukla mücadele paketleri de “siyaset yapacak il, ilçe başkanı bulamazsınız” diye reddedilmemiş miydi?
AHLAK NİZAMI?
Mesele sadece “yolsuzluk” ve “haksız kazanç” meselesi değildir. Siyasetin kazanç dağıtması, ya da kazanç kaynağı haline gelmesi hem siyasi rekabeti korkunç bir kavgaya dönüştürüyor, hem toplumsal ahlakı çürütüyor!
Bu en büyük buhranımızdır! Asıl beka meselemizdir!
Yolsuzlukla mücadele kanunlarının çıkarılmasını isteyen Avrupa Birliği’ne “Haçlı ittifakı” demek yahut yolsuzluğa, etik bozulmalara dikkat çeken uluslararası kurumlara “dış güçler” demek çürümeyi körüklüyor.
Ahlak ya da etik değerler tabii ki maddi çıkarlardan ibaret değil. Siyasette yalan, kumpas, montaj videolar, taklit imzalı sahte belgeler de siyasi ahlaksızlıktır.
Çürüme deyip geçmeyin. Sadece platonik bir ahlak davası değildir bu. Görüyorsunuz ki, ahlaki çürüme, yolsuzluk, enflasyon, yoksullaşma kol kola birlikte gidiyor, birbirini besliyor.
Arayacağımız şey “ahlaklı insanlar”dan ibaret değildir. Kimin nereye kadar ahlaklı kalacağını bilemeyiz.
Üstelik bir tabiat kanunudur: “Güç bozar mutlak güç mutlaka bozar.” İmza, Lord Acton, 5 Nisan 1887.
Denetimsiz güç sahibi olup da bozulmamış iktidar yoktur.
Aramamız gereken, ahlaki ilkeleri ve denetimi hayata geçirecek hukuk nizamıdır: Kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge, Sayıştay yetkileri, bağımsız yargı, hür basın, bağımsız denetleme ve düzenleme kurumları, kurumlarda “bizden” değil liyakatli kadrolar…
Bu gerçeği görmemek, ülkeye ve 85 milyona büyük zarar veriyor. Geldiğimiz yor belli.