Milliyet Yazarı Burcu Kapu, bugünkü yazısında derbiyi değerlendirdi.
Yazı yazmak zor değildir, ama bazı maçlardan sonra yazmak zordur. Dünkü derbinin ardından ne anlatmalı sizce? Öyle bir maç başlangıcı oldu ki, daha ilk 90 saniyede iki faul düdüğü çalınacak kadar kontrolsüz, iki tarafın da bir isabetli şut bile çekemeden bitirdiği bir devre. En küçük preste ya uzun vuran, ya faul yapan her iki ekip de sezon başından beri övdüğümüz oyunlarından çok öteydi. İki hoca da beraberliğe tamam diyerek çıkmış maça. Deplasman takım hocası için belki kabul edilebilir ama tam kıta taraftarının önünde ev sahibi hoca, mutlak galibiyet fikriyle mi çıkmalıydı? Bence evet.
İrfan Can’ın, “8 numarada daha iyiyim” demiş olmasına rağmen bu sezon hiç bir maçta, değil ilk 11, maç içinde değişiklikle bile kendisine orada şans vermeyen İsmail Hoca’nın bu büyük maça tercih ettiği orta saha, ilk yarı dönen topların çoğunu rakibine bıraktı. Hem Cengiz’in varlığıyla sağ kanat organizasyonları aksarken hem de sekenleri toplayamayan İrfan yüzünden, “Daha önce denenmemiş bu orta sahayı denemek için neden bu maçı tercih ettin İsmail Hoca?” sorusunu sordurdu.
Topla daha fazla oynayan Galatasaray’da ise maç başı üzerinde soru işaretleri bulunan Barış Alper, oyunuyla tüm şüpheleri üstünden süpürdü. Ancak eleştirirken, geçmiş referansının gölgesinde kalıp, temkinli davrandığımızı itiraf etmemiz gereken Icardi için artık bir şeyler söylemenin vakti çoktan geldi. Yine topun ona, onun da topa gelmediği bir maç çıkardı. Belki de ihtiyacı olan en azından bir maç kulübede oturmaktır, ne dersiniz Okan Hoca?
İkinci yarı herkesin yerli yerine yerleştiği Fenerbahçe’de İrfan çizgide topla buluşup Osayi bağlantısıyla ilk hücumunu gerçekleştirebildi. İlk yarı solunda etkisiz Tadic, sağında bilmediği Cengiz ile kaybolan Szymanski ise İrfan ile buluşunca kendine geldi. İlk yarı rakibine kaybettikleri merkezi İsmail-Crespo ikilisiyle dengeye getirdiler ama hücum için bu da yetmedi. Geçen maçın hat trick yapan adamı ise son yarım saatini nefes nefes oynayan Dzeko’nun yerine ancak uzatma dakikalarında oyuna girebildi.
Galatasaray’da ise artık ana mevkisi tam anlamıyla belli olmayan Kerem sol kanadı Zaha’ya bırakıp Icardi’nin arkasına geçti. Ama hücumda bir şey değişmedi. Son çare Okan Hoca maç bitene kadar elinde mevki kısmında santrfor yazan tüm oyuncularını sahaya attı. Normal şartlarda Fenerbahçe deplasmanı için hayli cesur gözüken bu hamle bile her iki tarafta da bir şeyi değiştirmedi.
Maç 20’si ilk yarıda olmak üzere toplam 45 faul ile bitti. Peki bunların kaçı gerçekten fauldü? Bazı hakemler büyük maçlarda kontrolü sağlamanın yolunun düdük çalmaktan geçtiğini düşünüyor. Sürekli düdük çal, oyunu soğut, beraberliğe yönlendir böylece ne başın ağrısın ne dişin. Yani kazanan iki takımdan biri değil sen ol. Son haftalarda hakemlerin yaşadığı abuk sabuk olaylardan sonra atmosferin bu kadar gergin olduğu bir maçı yönetmeye çıkan hakemin önceliğinin kendisi olmasına bilmem kızar mısınız?
Dedim ya, bazı maçları yazmak zordur, çiledir, öyle bir maç oldu. Ligin bu en önemli maçından sonra güzel iki satır okuyamayacak mıyız diyenler için son bir cümle yazayım:
3 yıl 10 ay sonra bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisine deplasman taraftarı gelebildi. Nihayet…